Bu Blogda Ara

28 Ocak 2008 Pazartesi

yaşamayabileydim





adım adım,

odaları dolaştım,

çok gezdim, çok yoruldum

siyahtı, kurşun gibi

belki kalemdi

belki silgi

silgi olsa silinirdi
yok, silgi değildi.

hesabını bileydim

çözer miydim ki!..

hep saydım;

bir iki, bir, iki

üçe geçemedi ritmik saymalarım

bir iki, bir iki,
bit _miyor ki

sonsuz benim rakamlarım,

yazdım ,yazdım

hep bir iki, bir iki


küçüktüm,
boş bir sayfa açtım kendime
bir kare çizdim,
güzeldi, içi boştu,
vazgeçtim,
üçgene çevirdim yüzümü
üçgenin kenarları da
bir iki, bir iki,
üçe dönmüyor ki
bir türlü
benim sayfam dolmuyor ki!..

gençtim
yeni bir sayfa çıktı önüme
güzeldi
hem de büyük,
kalemim sığmadı içine
bir altıgen çizdim,
kırmızı köşegenler
bir kız koydum sarı saçlı
bakışı maviydi
baktım sığmadı içine
bir beden büyük geldi
zaten biraz şişman mıydı, neydi
silgiye yenildi...

zamanı geldi, çizmeliydim
kimbilir
belki şarkı da söylerdim
bir dikdörtgen,
bir daire
ne şarkıya benzedi
ne yolu geçti sevgiden
bir çizgi çektim
silindi


şimdi rakamlar geçiyor önümden
bir iki
bir iki, bir iki...
sevmedim zaten hiç matematiği
çıkamadım işin içinden

çözülmüyor bu denklem,

sonu gelmiyor ki

hep bir iki, bir iki,

yaşamayı bileydim

üçe geçebilir miydim ki!...

rakamsız

çizgisiz

kalemsiz
yaşayabirmiydim ki!...

ferkul 27 ocak 2008..01.45

24 Ocak 2008 Perşembe

garanti bonus kart tuzağı

GARANTİ BONUS OCAK AYI MÜŞTERİLERİNE TUZAK MI HAZIRLIYOR?!..

Ben bile bilmiyorum, kaç yıldır bu bankanın kredi kartını kullandığımı, bakın yaşadıklarıma;

belki benzer şeyler bulabilirsiniz siz de;

Aralık ayı kredi karı ekstremde ve bana gelen mailde hesap kesim tarihim 11.01.2008 olarak (her iki bana ulaşan belgede de gösterdiği şekli budur) gösterdiği için ben 12.01.2008 de doğal olarak hesabım gelecek aya geçtiğini düşünerek alışveriş yaptım.Ertesi gün atm hesaplarına tesadüfen baktığımda 12.01.2008 de kesildiği gösteriyor ve benim yaptığım alışveriş de bu aya eklenmiş görünüyordu.4440334 numaralı banka hattını aradığım pazar günü karşıma çıkan görevli ,benim gibi bir çok mağdur insan olduğunu, sistemden kaynaklanan bir sorun olduğu için düzeltileceğini çarşamba günü yeniden aramamı rica ederek beni ikna ve teselli etti.16.01.2008 Tarihinde aradığım zaman ise ısrarla, sistemden kaynaklansa da bu hatayı düzeltemeyeceklerini (aynı telefon hattını aradığımda) söylediler.Tabii ki mağdur ve haklı bir tüketici olarak itiraz ettim, bu durumda,o halde 12sinde yaptığınız peşin alışverişleri öteki aya aktaralım dediler, o gün ben taksitle pc almıştım, bir milyon da olsa bu ayki harcamalarım bütçemi aştığı için, ve sistemden kaynaklanan bir hatanın faturasını ödemek istemediğim için itiraz ettim.Bu konuda hiç bir şey yapılamayacağı yinelendi.Kaç yıldır bu bankayla çalıştığımı ben bile hatırlamıyorum, her ay en az 1 milyar tutarında alışveriş yapan ve düzenli olarak ödemelerimi yapan bir müşteri olduğum halde bu tavır ve yaşadıklarım beni çok üzdü.11 GÖSTERİP 12 SİNDE HESABIN KESİLMESİ BİR TUZAK MI?.. TUZAKSA NE İĞRENÇ BİR TUZAK BU!... BU NEDİR?....SİSTEMDEN DE KAYNAKLANSA MAĞDURİYETİM GİDERİLMELİYDİ.Giderilmeyince kartımın kapatılmasını talep ettim, kapandı.Müşterilerine hazırlanan bu tuzak veya her neydiyse, sistemden kaynaklanmış bile olsa ,hatanın faturasını müşterilere çıkartmak garanti bankasına yakışmadı.Haklı olan mağduriyet davasını benim gibi her vatandaşın sessiz kalmaması gerektiğini düşünüyorum.

BUNLAR HER TÜRK VATANDAŞI NASIL OLSA HER DURUMDA SİNEYE ÇEKER, Mİ SANIYORLAR, BU NEDİR, KENDİ PARANLA TUZAĞA DÜŞMEK DEĞİL Mİ?...

ferkul

19 Ocak 2008 Cumartesi

GELDİM İŞTE,MEVSİM GİBİ


Çok uzaklardan geldim sana… Uzak yollar mı çekti, uzak gurbetlerin tutsaklığı mıydı beni sende yok_laştıran, bilmiyorum ama geldim sana… Kapıyı açacak mısın?.. Anlatmak için, konuşmak için geldim, kendimi sende görebilmek için…
Dinleyecek misin ?...
Yokuşlar çekti beni, uzak göklerdeki gruplar, kızıllıklar, mavi bulutlar, yakışıklı uzak deniz sandalları, güzel sarı güller… Çıktıkça ulaşılmayan dağlar, göremediğim kardelenler kesti yolumu, kimseye gösteremedim yürüdüğümü… Kalabalık bir yürüyüş sanmıştım, bir baktım ben varım, kendimden başka yok sığındığım, dostum, arkadaşım… Kimseler görmeden geldim sana, kimse bilmesin diye yazımı, kimseye okumadım kitaplarımı… Sana geldim, dönüşü yüksek kılmak için, kendimi sende yüceltmek için, anlatmak için… Sen, bilir misin yolun sonunu göremeden yürümeyi?.. Tırmanmak için harcanmayı, yükseldiğini sanırken düşmeyi?.. Her çıkış bir iniştir, bilir misin?... Hiç yokuş çıktın mı ki sen?..
Ben konuştukça , susacak mısın?...
Bir bardak çay isterim, bir de konuşmadan dinleyen bir göz ver yanında, bir omuz, anlatırken yaslanıp, yorulduğumda başımı koyacağım, belki saklanacağım… Ne vardı sanki bu kadar uzakları sevda bilecek, ne anlamı vardı dönüşü yine sana olacak gidişlerin?... Her gidiş kendinden bir yaprak koparışmış, o zamanlar bilmiyordum… Hiç sayfa kalmadı şimdi, sayfasız geldim sana...
Yetinecek misin?..
Hani lisede miydi, bir gün bir resim ödevimiz vardı, ben yapmamıştım… Sen yaptığın iki resimden birini bana vermiştin öğretmen kızmasın diye… O resimden ödül aldım ben. Senin resmindi, bir boya seti, ne güzeldi, al bu senin hakkın, senin resmindi, demedim.Aldım boyaları, hatırlar mısın?.. Çocukça bir bencillikti biliyorum… Şimdi o boya setlerinden bir milyon tane istesen verebilirim sana… Ne diye o zaman vermedim ki, çok pişmanım…. Hala bana kırgın mısın?... Yenisini alsam sana, hatta en güzel renklilerini...
Unutur musun?...
Sen unutsan ben, unutur muyum?... Yıllar unutmayı aldı benden, affetmeyi de yollarda kaybettim...Sende hala duruyor mu masum bakışım?...Özledim, biraz da bana verir misin?...
Seni de özledim, şiirde yaşayan sesini, siirimsi bakışını… Tek sende gördüm onu, yalnız sendeymiş sevgi… Düşümde gördüm seni… Yine yoldaydım, yürüyordum, zaten hiç bitmeyecek ki benim yürüyüşüm, senden sonra da yürüyeceğim, kimseler görmese de, sen bileceksin yollardaki yalnızlığımı… Beni çağırıyordun, işte geldim sana, hep böyle değil, bazen, arada bir çağırsan, gel desen, gelirim yine, yine sende bulurum gözlerimi… Senin gözlerindeki ben durgun su, aynada parlayan ışık, bir gülümser yürek , artık bende olmayan….
Çağıracak mısın?
Çok uzak yoldan geldim, senin bilmediğin… Yürümediğin kadar çok yol yürüdüm ben, sende hiç yokken, varlığını unutmuşken, çok zordu, çok uzak yollardı, çok sensiz… Eskiden de böyle günlerde gelirdim sana, kendimi bulmaya, sende dinlenmeye… O zaman da böyle yazardım, cümlelere akardı gözyaşlarım… Sanma ki hiç gülmedim, çalıntı gülmelerim de oldu sensiz, o günlerde seni unuturum bilirsin, hep kötü günlerimde varsın sen… İyi günler sahte dostlar, sahte gülücükler için… Kötü gün dostum, arkadaşım, geçmişim, geleceğim, hep döndüğüm gidişim, her zaman beni böyle, olduğum gibi, bende kabul edecek misin?...
Bir sırra, çözülmez bir bilmeceye döndü yine dert yakınışım, yakarışım, kendimi sana susmuşluğum… Halbuki tüm açıklığımla gelmiştim kapına, çok kelimelerim vardı siyahı beyaza dönüştürecek,çok şey vardı anlatacağım, dert de yanardım belki..Gülüşürdük bir şeylerin dönüşümüne de,kimbilir?Olmadı yine... Anlarsın, hoş görürsün beni, geldim ya bir dağ gibi devrildim ya kapına. Yorgunluğumu anlarsın, yıkılmışlığımı,
yıkmışlığımı...Dinginliğim sendedir, sendendir dinlenmelerim bilirim…
Sıcak çayını içtim ya, çok şey anlattım, çok şeylerde konuşmadım… Sen boş ver beni bilirsin, hep bu kış günlerinde hapsolmuşum… Bakma sen bana.Baharda yine açar çiçeklerim, güneşe döner yüzümü seni yine unuturum… Belki bir dahaki kış yanına gelirken yüksek dağların renginden boyalar getiririm sana, kendimi unutur, seni dinlerim belki… Kimbilir senin yürüdüğün yokuşsuz yollarda neler vardır? Hiç anlatmadın, dinlemedim ki, dinlemeyi denemedim ki.Sen de bir kere de benim gözlerim anlatsın beni... Demedin ki….
Bir dahaki sefere yine bana kapını açar mısın?... Güzel günler gelirse görüşemeyiz belki, sana gelmem, unuturum, bilirsin, ben kötü gün dostu seçtim seni… Gerçek dostlar dinleyendir, affetmesini bilendir, ben unuttum affetmeyi, seni dinlemeyi… Sen
beni, AFFEDER MİSİN?....
ferkul
17ocak2008_02.00

11 Ocak 2008 Cuma

seni seviyorum, çok mu geciktim





SENİ SEVİYORUM,
ÇOK MU GECİKTİM ?...


Uzun zamandır evde bulundurmuyordum, geçenlerde yeşil yapraklarıyla, açan beyaz yapraklı çiçeğiyle bir güzellik girdi eve...Çok güzel bir çiçek’ti... Bütün canlılığı ve sevimliliğiyle gülümsüyordu sanki, bir başka hava getirmişti evimize…Evin en güzel köşesine koydum onu, ışık alan, güneş gören, sıcak… Her gün bir bardak su, veriyordum, çok değil, bir bardak, bir görev gibi, verip hemen yanından gidiyordum. Evin güzel köşesi dediğim yer; girilmeyen, çok fazla oturulmayan hani şu misafir odası dediğimiz odalardandı…(aslında bu tarz odalara hep karşı olduğumu söylemişimdir , ama her söylediğini yapamıyor insan uygulamaya gelince..) Çiçeğimiz epeyce canlılığını kaybetmeden yaşadı… Sanırım, iki ay kadar, dayandı…

İki gün önce odaya girdiğimde bir de baktım ki o beyaz çiçekleri başını eğmiş, kararmaya yüz tutmuş, yapraklarıyla bile gidiyor sanki… Hemen bir bardak suyunu getirdim, içirdim, ama faydası yok gibi, her geçen gün enerji ve canlılığından biraz daha kaybediyor… Göz göre göre gidiyor çiçeğim, soluyor, ben hiçbir şey yapamıyorum… Gizli bir hastalık sarmış sanki her yerini… Neyin eksik dedim içimden, ne diye soluyorsun?.. En güzel yerdesin, rahatsın, sıcak bir ortamdasın, her ihtiyacın, güneşin, suyun, ortamın çok güzel, hala ne diye kendini soldurarak bana bu üzüntüyü veriyorsun?... Neden karardı yaprakların, niçin o beyaz renginde değil çiçeğin?...

Bu çiçek neden böyle oldu?.. Halbuki ne çok sevmiştim onu, ne çok beğenmiştim, ne iyi bakıyordum, olmayan zamanımın içinde ona her gün su verecek zaman yaratıyordum…

Bugün aklıma geldi, çiçeklerle konuşmak gerekir, demişti eskiden bir dostum… Yanına gittim, su verirken fısıldadım; ‘ çiçeğim, seni çok seviyorum, ne olur, gitme!... ‘dedim… Yapraklarına dokundum, küçük bir çocuğu sever gibi, hasta bir yakına söylenen son sözler gibi… Duymuş mudur, işitmiş midir yalnızlığını paylaştığımı?... Belki de geç kalınmış bir pişmanlığı yaşadığımı, anlamış mıdır?...

Şimdi bekliyorum, geri dönecek mi, kendine gelecek mi, yine bana o güzel , beyaz yapraklı çiçeğinden verecek mi?.. Yeniden can_lanacak mı?....

Çok mu geç kaldım?...
ferkul

110cak 2008

9 Ocak 2008 Çarşamba


BİTİŞ ŞARKISI

Her şey bitiyor, hayat, su, hava, nefes, sevgi, yaşanılmışlıklar, hatıralar... Bitirilişi yaşatan bir yaşam döngüsü içinde hızla geçip gidiyor günlerimiz… Mevsimler bitiyor, yüzler değişiyor, dostlar değişiyor, insanlar tükeniyor… Her bitişin ardında yeni bir başlangıç olduğunu sanırdım eskiden… Yeniler eskileri getirmiyor halbuki, hiç bir şey eskinin güzelliğini, yerini alamıyor. Yeniliği yaşatan her duygu, her olay, bitişi tekrarlatıp hatırlatır gibi, önümüze yığılı bir hatıra, bir resim albümü gibi seriliyor. Her bitiş yavaş yavaş kendi tükenişimizi hazırlıyor galiba.

Gün biter, su biter, kara gün geçer, mutluluk biter, sevgi, biter…
Bitişin bu kadar çok yaşandığı bir dünyada başlangıçları çoğaltmak neye yarar?

Çok şey öğrendik, çok yol katettik, yürüyüşümüz çok uzun sürdü bu hayat yolunda, çok yağmurlar gördük ıslanmadan… Dışarıdan seyrettiğimiz çok fazla mevsimi içeride kendimizi tüketerek bitirdik her doğan günle… .Yazlar bitti baharı görmeden, çok kışlar eskidi soğuğu dondursa da… Bitiverdi… Çok dostlar kaybettik, çok fazla şeyler çalındı, tüketildi benliğimizden… Asl olan nedir, bilmek o kadar zor ki bu bitişin arkasında gizlenen meçhul bir yaşanılmışlık mecburiyeti mi, yoksa kendi kendimize ettiğimiz bir fenalık mı, her şeyi tüketmek?.. Son denilen her başlangıcı hazırlayan da bizleriz aslında…

Küçük, mini mini bir bebekti insan, önce gözyaşlarını tüketti, gereğinden çok fazla harcayarak… Büyüdüğü söylenilen zamanlara saklamayı düşünemedi.Kim söyleyebilir ki bebeklik ve ilk gençlik yıllarındaki kadar özgürce salıverebildiğini gözyaşlarını?.. Ağlamaktan da çok uzağız artık, belki kendimizden uzaklaştığımız kadar…

Küçücüktü, büyümek nedir bilmeden, özlemişti büyümeyi… Bilseydi , katı bir gerçeklik olduğunu, özler miydi?.. Masumiyet vardı o zamanlar, adı belli bir çaresizlikti koşan zaman içinde… Minik bir safiyet taşıyordu küçük ellerin yumuşaklığı… Kalbe yansımıştı, pırıl pırıl bir temizlik taşıyordu kalbini, ılık bir masumiyet veriyordu çevresine… Zaman gözlerdeki ışığı söndürdü, kaybetti, kalbe yansıttığı sertliğiyle bir yalan, çok bilmişlik bitirdi masumiyeti… Ellerimizi de kirlettik çok defa, yıkayamadan geçiverdi günler…

Barışı bitirdik kavgayı yaşamaktan, nefes almayı unuttuk barışçıl mevsimlerin sıcaklığında… Kavgalarımız da masumcaydı o zamanlar… Affedişler de , kavgalar kadar gerçeği yansıtırdı… O barışmalardaydı gerçek mutluluk belki de. Şimdi, barışın içinde gizli savaşa hazır insanlar… Duygularda, her söylenilen sözde art niyet arar olduk, her geçen günle artan bir inanmazlık duvarı ördük çevremize…

Ve büyüdük, büyümeyi bir marifet sanarak, her geçen yıldan kuvvet alarak… Bu büyüyüş bir nevi küçülüşe dönüştürdü yaşantımızı… Küçüldükçe sert bir duvara çarptı umutlarımız… Duvalar da bitti...Kalakaldık kendimizle...

Büyümek bitirdi her şeyi, büyümeseydik mi ne?..

Bir şarkı dinlediniz büyümek üzerine,
bitirilmiş yaşamlar söylüyordu,
şarkı da bitti,
nakaratları da…

ferkul

9 ocak 2008


6 Ocak 2008 Pazar

TAKINTILARIMIZ, ALIŞKANLIKLARIMIZ MI YOKSA


aksitabraxas blogcu arkadaşım beni mimlemiş, çok fazla bilgim yok bu konuda ama…. Takıntılar konulu bir yazı yazmam gerekiyor sanırım şimdi… Aslında bu konuda bir yazı yazmıştım daha önceden, çok fazla takıntım yok diye biliyorum ,sanırım… Yine de, kararı siz verin… Bakalım yazdıkça çoğalacak mı, sizlerle beraber ben de farkına varacağım…

-En başta, önceki yazımda belirttiğim gibi, yerleri silmek, her gün toz almak…)
_Hayır, demesini bilmemek, her koşulda ve her yerde evet…
-Eskiden sık sık eşyaların yerini değiştirirdim, bu aralar geçti galiba o takıntım, şimdi her şey yerli yerinde olsun istiyorum, hiçbir şey değişmesin…Sanırım yaşlanıyorum….)
-Biri bana ısrar ettiği zaman ısrar edilmekten hiç hoşlanmadığım için hiç istemediğim zaman bile, sırf ısrar edilmesin diye, ne ise konu, kabul ederim
-İnsanlardan çok fazla zarar gördüğüm halde, hep güvenmek, inanmak gibi bir takıntım, hala ve her şeye rağmen devam ediyor, herkes iyi, herkes güzel…)
-İnanmak, sanırım bir başka takıntım,şakaları bile algılayamam, hemen inanırım biraz saf bir yanım olduğu kesin…)
--Bu aralar arkadaşlardan duyduğum bir takıntı dedikodusu başımda bir korkulu rüya gibi esiyor.İşe gittiğim zamanlarda ocağı kapattım mı, yemeğin altı yanıyor mu sorusu beynimi tırmalasa da, aldırmıyorum, en fazla ev yanar.Bu takıntı büyürse yoksa, ben yanacağım, benim yanmamdansa…)
-Her mevsim bahar olsa!!....)Bahara taktım kafayı, hem de bu kış mevsiminin ortasında…
-Nergis çiçeğini çok severim, annemin bahçesinde vardı, baharın müjdecisi olduğu içindir belki, her kış nergis nergis derim, ömrü kısa olduğu için midir nedir kaç yıldır elime alamadım, bu yıl yetişeceğim inşallah…)
-Bu aralar yaprak dökümü dizisi takıntım var, dizi başladığı zaman dünya dursun istiyorum…)
-Su, hayatın en çok vazgeçilmezi benim için….
-Kırmızı rengi çok severim, her şeyde ve her yerde kırmızıyı ararım, seçerim, sanırım sadece kırmızıdan öte hayatın renklerden ve şiirden oluştuğunu düşünüyorum…
-Tabii kaçınılmaz bir takıntım, şiir, vazgeçemem, her an ve her yerde düşündüğüm ve sessizliğimi koruduğum her an aklımda bir mısra konuşur…
-Çay ve sigara vazgeçilmez bir takıntı benim için….
___Deniz, denize dalıp giderek düşünmek.Hatta Antalya ‘da yaşamak, bastonsuz yürüyebildiğim zamanlarda olsun mümkünse…


BU TAKINTILAR ALIŞKANLIKLARA BENZEDİ, YOKSA TAKINTILARIMIZ, ALIŞKANLIKLARIMIZ MIDIR, ÖZLEMLERİMİZİ Mİ GİZLİYORUZ İÇİNDE?

23.44
5 ocak 2007
ferkul

4 Ocak 2008 Cuma



Sen ve Ben

İKİ ŞİİRDE KALDI

YAŞAMIŞLIĞIM,

BİRİ SENDE BİRİKTİ,

BİRİ BENDE

YİTİP GİTTİ……


Sen uzun günlerde kaldın, uzak yollara yürüdün hep…Sıcak günlere sakladın sevincini, yeniden doğmuşluğunu biriktirdin yüreğine…Yüzüne yapıştı mevsimler, inadına hüzün yaşatmadın içinde…Hiç bir gülümsemek yakışmamıştır sendeki kadar, güzellik katmamıştır filizlenmiş beşinci mevsimlere…Senin gülüşün gibi hiçbir sevilmek yaşatmamıştır suya susamışcasına sana koşan sevdiklerine…

Leyla dedin, kerem dedin, dost dedin, kardeş dedin, senden bildin bütün insanları…Hepsi birer zakkum gibiydiler. Diken oldular, yalan oldular, yemin oldular, kötülük hanelerine taş biriktirdiler…Taşları gül sandın, dikenleri battı eline, kandın kokusuna, kokusu yeter, dedin…Hiç biri sen, olamadı…

Yine de sen kaldın, yıkanmış çamaşırlara verdin kızgınlığını, yıkadın…Asla yüreğinde bitirmedin inancını, vazgeçmedin…Aykırı bir gündüz yaşadın gecelere inat… Kin bilmediğin bir kelimeydi, unutulmuş, asla hatırlanmayan…Sözlükten çıkarıp attığın bir çok kelime gibi onu da attın ardına…

Sana ulaşmak kadar, seni sevmek de çok kolaydı…Saflığı bir madalyon gibi taktın göğsüne, verdikçe verdin, hiç almadan…Verdikçe kazandığını düşündün… Hayata yağdın durdun, sağnak yağmurlara döndü uzattığın eller…Yağmurlar yağdı, yeşerdi bütün ekinler, kimse fark etmedi senin kuruduğunu…Salkım söğütler altında kurumuş bir dala döndün şimdi…

Ben, kısa kış güneşinde kaldımBir görünüp bir kaybolmuşluğu yaşadım soğuk mevsimlerde…Sıcağı sevmedim hiçbir zaman…Fırtınadan aldım enerjimi, bulutlu günlere verdim gülmüşlüğümü… Sevinci yaşatamadım, umudu var kılamadım..Geçip gitti telaşlı günler ardında saklanmış sevinçlerim…

İsyanı söküp atamadım, bende kalan kıyametlerden… Şarkılardan silemedim haykırışları..Umudu yaşatamadım…İnsanlara kanamadım, inanamadım, yarınlara, şaşırdım aşktan söz ettikçe insanlar, sevgiye inanmadım…Her gül, solmaya mahkum, kokusu nihayetinde bitecekti, biliyordum…Sonu olmayan hiç bir şey yaşanmazdı bu deli dünyada…


Vedasız bir gün dilerdim aslında, elimden geldiği kadar istediğim gibi’ye dönüşmüş bir sıcak, güneşli kış güneşine vermek isterdim nefesimi..Sıcak yaz günlerinde eriyip giderdim çünkü .Yazdan kestim umudu, yüzümü soğuk rüzgara verdim…Buzdan olur çünkü kış yürekleri, kara ve katı bir buz, nasıl dayanır yaz güneşine erimeden?

Tek yumurta ikizleri gibi aynı anda gülümseyen, aynı anda ağlayabilen, özlemlerini aynı yaşayabilen bir yürek taşımıyorum…İki kişi var içinde, biri sen, biri ben…Biri dün’de kalmış, öteki yarınlara kucak açmış…

Biri gecede parlayan kuyruklu yıldız, biri gündüz aydınlığında unutulmuş bir küskün sarmaşık dalı…



İkisi de ben’im
Bu benim hayatım…Aynada yansıttığım yüz iki kişiye gülümsüyor…Gözlerimde biriktirdiğim iki şiirin adı, sen ve ben…

Bu benim şiirim…

ferkul

27 Haziran 2007

2 Ocak 2008 Çarşamba


31 aralık gecesiydi, oturdum klavyenin başına, 25 milyon liranız olsa, ne yapardınız, konulu bir yazı yazmayı planlıyordum… Ne yapardım o kadar çok param olsa?... Ne alır, ne satar, hayatımda değiştireceğim neler olurdu_yu konuşmak, yazmak, paylaşmak, ilginç olur diye düşünüyordum…. Saat 24’ü henüz geçmişti ki bir piyango biletim olduğu aklıma geldi.Önce şu bilete internetten bir bakayım, sonra yazarım dedim ki; nasılsa bir şey çıkmamıştır… Yazdım bilet numaramı bir de baktım aaa!.. Tebrikler, kazandınız diyor, hem de 20 milyon. Bakın; No'lu BiletinizeSon 0 Rakamina GoreÀ,20,070,629YTL İkramiye İsabet Etmiştir. Biletiniz tam ise ikramiyenin tamamını, yarım ise yarısını, çeyrek ise dörtte birini alabilirsiniz.

Yazıyordu, inanamadım tabii ki, tekrar tekrar başka sitelerden de bilet numaramı girerek yeniledim, karşıma aynı yazı çıkıyor!... Yalnız bir gariplik var, bu sitelerde tarih göstermiyor, ve rakamlar da bir garip, virgüllü filan…Ne yapmalı , beklemeli en iyisi bir süre dedim, nasılsa birkaç saat sonra tarihli olarak kazananların da açıklandığı tam listeler yayınlanır, ben de kazandıysam ortaya çıkar dedim.

Ortada hiçbir şey yokken, hayal kurmayı bile unutmuş olduğunu sanan bir insanken öyle bir iki saat geçirdim ki, inanamazsınız… Antalya’da bir evim, burada bir başka evim, anneme kaloriferli bir ev, kardeşlerime vereceğim 500 milyarlar… 5 trilyon un hepsini nasıl yiyeyim ben?... Bana iki buçuğu da yeter, hep birden feraha ulaşırız… Yaz tatilleri sayfiyede geçiririm, evimde hizmetçiler, her şey böyle olunca çalışmak da zor gelmez, işimi de bırakmam artık… Eee 16 yıldır çalışıyorum, o da heba olmasın.Aklının bir kısmı evde, evdeki işlerde ve parada olmayınca çalışmanın da zevki başka olur canım… Tabii ilk önce öğrencilerimden başlayarak fakirlere de yardım ederim… Bu arada koltukları da değiştiririm, hatta bütün evin eşyalarını mı değiştirsem?... Sahi bu kadar parayla ne yapsam ben?...

Küçük bir devlet memuru, hele de inançlı bir insan olarak milli piyangonun haram para olması ihtimali de var tabii, onu bile düşünmüyorum, kendi benciliğime daldım… Kolay mı her ay başını, maaş gününü hesaplayarak koca bir 30 günü geçirmek?.. Maaşlı insan için büyük para, büyük hayal, neler yapılmaz ki o parayla?...

İki saat böyle geçti, mideme heyecandan giren krampları söylemeyeyim en iyisi… Daha fazla rezil etmeyeyim kendimi.

Saat 2 sularında listeler açıklandı, bir de baktım benim bilet numarası olmadığı gibi yukarıda belirtilen 20,070,629 diye bir miktar da yok… Anlaşılan milli piyango gov.tr de dahil olmak üzere hepsi kilitlenmiş, sanırım benim gibi bilet numarası giren herkes trilyonların sahibi sanarak kendini hayal dünyasına çoktan kaptırmış…

Üzülmedim tabii, ama bir boşluk oldu, sabah uyandığımda hala küçük bir memur, az maaşlı, ayın 15’lerini hesaplayan fakir ama , mutlu, biraz hayal kırıklığına uğramış bir insan olarak uyandım… Şimdi trilyoner olabilirdim, keşke sitelerin azizliği olmasa da, bir mucize olsa, hayalleri genişletebilecek, gerçekleştirebilecek bir şeyler olsa…

Bu siteleri ne yapmalı şimdi, benim gibi hayal mağduru kaç tane ülkem insanı nasıl geçirdi o iki saati kimbilir?...

Hayal kurdurabildiği için teşekkür mü etmeli, dava mı etmeli boşuna iki saatimizi ömrümüzden, hem de midemize kramplar geçirterek çaldığı için, ne yapmalı?...))

Siz ne yapardınız 20 milyonunuz olsaydı sahi?....
20 milyonluk hayaller dilerim…………


(Bu arada şu saatte bile hala bilet numarası girerek piyango sitelerinde tebrikler, kazandınız, diye kandırılıyorum.Sakın bir yanlışlık olmasın, bana mı çıktı yoksa milyonlar,tam listeler yalan söylüyor olmasın?...))) )

01.OCAK 2008
SAAT;23.04
ferkul