Bu Blogda Ara

27 Ekim 2010 Çarşamba

Hadi Bakalım, Kolay Gelsin



Hadi Bakalım, Kolay Gelsin

Bir şeyler yazmak lazım... Yazmak ve dokunmak, yaşamadan duymak, konuşmadan anlaşmak, hayatın diğer ucundan tutuvermek, yakalamak... Kuru bir dilim ekmeği paylaşır gibi, bir bardak suyu birlikte içer gibi... Elinden kaçıvermiş bir küçük uğur böceği gibi, gözünün ucundayken düşüvermiş bir gözbebeği gibi, anlatmak ve konuşmak... Yaşarken, nefes alırken ve bu kadar zor bir dünyanın içinde zorlamadan kendini, akıvermesi lazım cümlelerin; ırmaklar gibi... Coşkun sele kapılmış bir kuru dala döndürmeden, tutuvermek, ucundan kelimelerin... Hani şu kibritçi kız gibi, çirkin ördek yavrusu gibi, içinden çıkarıp kendini, kabuğu kırmak lazım!.. Dinlediğin bütün masallar gerçek olsun diye... Kaplumbağa tavşanı geçsin diye...  Tom, Jery'e yine mağlup olsun diye, kırmızı başlıklı kız kurdu kandırsın diye, Pamuk Prenses hala Pamuk kalsın diye.... Beyazı ve siyahı, hatta bazan kırmızıyı, griyi, bazan mutsuzluğu, bazan mutluluğu konuşturmak gerek;  kelimelerle dans ederek... Harflerden bir yol seçerek kendine, bulmak lazım kendini... Kaybolursun ya hani kimi zaman, bulursun ya bir uçsuz bucaksız denizin ortasında, seslenmek istersin, haykırmak, dalgalardan başka cevap veren olmaz... Bazen o dalga sesi de yeter ya seni anlatmaya, her bir kıyıya vuruş senin sesindir ya, öyle; işte... Konuşurken ve yazarken hissetmek, bazen hissetmediğini de anlatabilmek... Bir şeyler söylemek lazım...

Umudu konuşturmak, yaşanmış ve yaşanmamış ne varsa saçıvermek ortalığa...
Umutsuzluğun da taa dibine inmek, hatta en çok da hayaller kadar hayalsizlikleri de anlatmak...

Hadi sıra sizde... Nerdesiniz?..


ferkul
23 ekim 2010
24:04

18 Ekim 2010 Pazartesi

VURABİLİR MİSİNİZ BİR ATMACAYI SÖĞÜT DALINDA?..


Bir garip yavru kuş idi, bir söğüt dalına konmuş idi... Dalda bir kuş, dağda bir söğüt, yuva edinmiş idi birbirini. Sarmış sarmalamış idi söğüt kuşu... Ağaç mutlu, kuş da söğütten hoşnut idi...

Yıllar yılı büyüdü yavru kuş... Kuş oldu, güvercin oldu serçe oldu, kendi oldu, başkası oldu... Uçmayı öğrendi, başka kuşlarla dost olmayı, hep uçtu, ama düşmeyi öğrenmedi... Düşülerse nasıl kalkılır, nasıl uçar bir kuş düşerse yeniden, nasıl kalkar, nasıl kanat çırpar, bilmedi... Gitti, geldi, döndü, hep o söğüt dalına kondu... Kim ne derse desin o bir garip kuş idi...

Bir  bahar günü bir kurşun geldi tuttu kanadından... Hiç beklemiyordu garip kuş; vuruldu...Vuruldu da garibim, sesi duyulmadı... Yüreğinin köşeciğinde bir mermi, çıkmadı hiç, orada yaralı, kaldı... Ne gidebildi, ne kalabildi, ortada olmak ne zor idi?.. Kuş ölmedi, ölmek tam da zamanıdır desen de içinden; bazen mümkün olmaz idi...

Yarasını sarmayı öğrendi, yaralarla yaşamayı, kalp kırılsa da, tam ortasından vurulsa da, atmaya devam eder, tik tak, tik tak, her kalbin atışı başkadır çünkü... Kuş olunca kalbi atmaz mı sandınız siz?.. Söğüt dalları arasında saklanmak, orada kalmak işine gelmiş idi garibin...
Ne vurmak ne vurulmak ister idi...

Bir garip kuş idi, yarasını sarmak bile istemez idi, onunla yaşamaya alışmış idi...
Yine söğüt dallarından uzaklaşmadan, alçaktan uçar, serçelerle dostluğa devam eder idi... Günlerden bir gün, yine bir kurşun geldi, bu kurşun zalim idi; vurdu ta yüreğinin içinden, bu kez deldi geçti yüreğini... Acıttı, kanattı;  bedeninin her yerine bulaştı kanı... Her yer kan, her yer kan, her bir kanadı kan olmuş idi... Her bir zerresinde bir acı çöreklendi kaldı orada... Zalim bir mermi idi... Kuşa da acımadı, söğüte de... Önce öttü kuş günlerce, hatta yıllara böldü, çarptı, çırpındı, elinden bir şey gelmedi; içinde çıktı sesi... Kimseler  duymadı...
Söğüt bile duymamış idi...      

Ve; Daldan düştü kuş...

Bir garip kuş idi, uçmasını bilirdi, dalda konmasını, düşmesini değil... Düştü, yerde yaşamak dalda yaşamaktan daha zor idi... Çırpındı, kanat açtı, düşüp kalkıp uçmasını öğrendi... Sonra savaşmasını, acımaması için yaralarının, acıtmasını... Vurulmamak İçin, Vurmayı... Büyüdü, büyüdü, uçmasını öğrendiğinde artık o, bir Atmaca idi...

Atmaca kuşa benzemiyor idi, söğüt dalına bile konmuyordu... Daha bir yüksek uçuyordu şimdi... Sesi yırtıyordu yeri göğü, korkutuyordu, korkmuyordu... Artık o bir garip kuş değildi... Ne kendine benziyor idi, ne atmacaya, bir başka olmuş idi... Herkes ondan uzaklaşır olmuş idi... Zalim kurşunun kanı her yerine bulaşmış idi... Derdi gücü yırtmak, kırmak, parçalamak, düşene saldırmak idi... Yüreğindeki kurşunları da unutmuş idi. Acı çekmeye alışmışken, acı vermeye başlamış idi... Dostlukmuş, sevgiymiş,vefaymış, umurunda değil idi...

Artık kimse atmacayı vuramaz idi, hiç bir kurşun atmacanın yüreğine dokunamaz idi...

Garip bir kuş idi, atmacaya dönüşmüş idi...
Böyle olsun istemez idi... Zalim bir  kurşuna yenilmiş idi...
Kendi olması için artık çok geç idi...


Atmacanın suçu neydi?


ferkul

15 ekim2010

1 Ekim 2010 Cuma

Nasıl mutlu olunur?...






Zorlu bir gündü... Bir tanıdığım intihar etti bugün, her gün görüştüğün, ara sıra hal hatır sorduğun biri... Durgun, kendi halinde, işyerinde her zaman birlikte çalıştığınız, selamlaştığınız bazen bir bardak çayı paylaştığınız, ama hiç bir derdi, kederi paylaşamadığınız, birbirinize hiç bir şey katmadan, öylesine geçip günlerin içinde var olan ama olmayan biri...

Bir insanın hayatına son verecek kadar kederli ve çaresiz olabilmesi, bu kadar zayıf olmak için nedenleri de olsa, ne kadar kötü!...
Bu kadar mı önemli mutluluk, huzur, var oluş?..
İlle de mutlu mu olmalı insan ?..

Neyi yaşarsak yaşayalım, hangi şartlarda olursak olalım, hayat devam ediyor, etmeli, bir küçük mum ışığı da yeter bazen aydınlanmaya, bir sabah güneşi, bir çocuk gülümseyişi... Elbette hiç bir problemi ve kederi, yaşamda düşlediğimiz hiç bir pembe rüyayı geri getirmez ama, ille de çaresi vardır her bir çaresizliğin... İlle de mutlu mu olmalı, sağlık, var olanlar neden yetmez, neden bu kadar doyumsusuz?..

O kendini öldürdü, biz çalışmaya devam ettik, bir iki ah, vah_tan sonra günlük düzeninde yürüdü her şey... Bir garip göçtü gitti, sanki kendi kendine el salladı, vedalaşmadan sessizce çekildi, garipti, garip öldü, biz devam ettik yaşamımıza... İyi mi etti sanki, şimdi rahat mı, kurtuldu mu, kurtulacağını mı sandı, mutlu mu?...


Bütün gün boyunca düşündüm... Çalışırken, gezerken, üzülürken, yürürken, konuşurken... Böyle günlerin akşamında beynim saatlerce fizik çalışmış gibi doludur, saatlerce konuşup hiç susmayan bir komşuyu dinlemiş kadar yorgun... Neden_ler den çok nasıllarla uğraşırız çoğu zaman... Aslında her şeyin kökü, kaynağı mutsuzluk, ne yapmalı, etmeli de şu mutluluk denilen sudan azıcık da olsa içmeli?... Ya da olmazsa olmazlardan çıkarıp atmayı becerebilmeli?..  Ne yapsak ne etsek, nereye gitsek peşimizden ayrılmayan, beynimizden çıkmayan tek hedef, tek amaç bu... O zaman bir yolu, olmalı...

Nasıl mutlu olunur?...

Yetinmeyi bileceksin.Önce kazanmayı, sonra kaybettiğin zaman da bir zamanlar ben kazanmıştım demeyi... Ya da savaştığın sürece var olduğunun bilincinde olmalı...
Çünkü savaşmak da yaşamaktandır...

Sevmeyi bileceksin... Sevilmesen de hiç, önce sen seveceksin ki aydınlansın yüzün.Sevmeyi bilmeyen insanlar hep mutsuzluğa mahkumdur...Ve mutsuzluğa boğar insanı, kurtulamazsın selinden...  Akıntıya kapılmadan sudan sen çıkacaksın önce...
Uzak duracaksın sevmesini bilmeyenden...

Küçük şeyler, ayrıntılarda gizlidir, küçük şeyler mutluluğu gizler, aslında hepsi büyüktür...  En küçük noktadan başlayarak görmesini bilmek gerek bakmaktan çok, görebilmek en büyük başarı... Baktığın zaman görebileceğin bir göze sahip olmak, en büyük mutluluk....

Affetmeyi de bileceksin haksızlığa uğrasan da... Ama affettiğin kadar biraz da intikam hissi de taşıyacaksın ezilmişlikten kurtulmak için... Kin demiyorum, asla!
İntikam düşüneceksin ama, almayacaksın... Sevmeyi bilen insanın susması bile en büyük intikamdır...


Ve hoşgörü... En büyük nimet eğer sende varsa... Köreltmeden, köreltilmeden kullanılırsa yaşamın her anını değer kılar nefes almaya.Ve yaşanır kılar her bir günü...

Ve SEN!.. Önemlisin, değersin, özelsin!... Hiç kimse için olmasa bile kendin için özelsin... Unutma ki senden başka bir tane daha yok!.. Hiç kimsenin seni incitemeyeceği kadar önce sen sev kendini, sonra diğerleri gelir... Önce sen seni incitme ki, dokunamasın sana kimse....
Sen oldukça; En sevmediğin mevsim bile bahar olur, yaz olur, karda açan çiçek olur... Sen var olmazsan hangi mevsim gelse ne yazar?...

Çoğaltılabilir, nasıl mutlu olunur, nasıl daha memnun oluruz hayat dediğimiz şu hep karşımızda bir karanlık sayfa açan kitapta, bilmiyorum ama unutuyoruz bazen yaşamayı, yaşamanın, nefes almanın her şeyden önce önemli olduğunu...

Kendine göre bir yol, seç o senin yolun olsun, ara sıra uğradığın, üzerinden geçtiğin...
Nasıl Mutlu Olunursa Kendince, Bir Cümle Kur, Dene, Bir Adım At, Gerisi Gelir...

Hiç bir şey senden önemli değil!



ferkul

23.50
27eylül2010