Bu Blogda Ara

27 Aralık 2007 Perşembe

YAR


Dalından koparılmış
Bir yaprak gibi
Savruldu düşlerimde yüreğin
Şimdi kim sana benzer ki
Hangi renk yakışır bana
Hangi aşk kucaklar seni
Hangi sevdalarda yol alır masalların
Hangi acımasız rüzgar sakladı
Senden beni

Gözlerimin renginden başka
Hangisiydi alıp götürdüğün
Giderken
Ellerim mi
Yarım kalan hasretin mi
Hangi kıyılarda yelken açtın sen
Hangi aynalarda gizledin beni
Hangi yalan şarkılarda buldun
Kendini...

Kırık bir dal kadar
Toprağa karışan
Kuru bir çiçek kadar
Geçmişe gömdün sesini
Ara da bul şimdi
Ne sen ,
Ne senden bir eser...
Nefesimdin, Işığım, yüreğim
Sen
Nasıl unuttun beni yar

ferkul
2aralık2007

19 Aralık 2007 Çarşamba

İKİLEM



Az önce senden geldim… Az önce sende yittim, kayboldu sende geçmişim, düşüm, çiçeğim, sende bitti düşlerim…

Az önce bir kadın doğurdu,yırtınırcasına bağırarak,dünyayı yıktı haykırışı,bir kız bebek gülümsedi ışığa,ağlayarak...Sen ağladığını sandın,halbuki dudaklarındaki gülümsemeydi, göremedin sesindeki sevinci.Sen neyi gördün ki zaten,neyde bütünledin kendini,nerede aştın yüreğinin gizemini,kimle paylaştın?Sahi sen,var mıydın,ben mi seni yarattım?...

Az önce geceydi, şimdi sabah oluyor, ben senden gelmiştim, sana gidiyordum yine.Hep mi öyleydi, ben mi öyle sanmışım?... Çok olmadı, daha yeni, az önceydi, bir dev küçüldü ,küçüldü, cüceye döndü… Prenses uyandı, yüzyıl sürmüştü uykusu, ayıldı… Ne kadar uyusan uyansan, sabah olur elbet, elbet sabahı getirir geceler… Böyle miydi o şiir, kulağımda çınlıyor mısraları?… Elbet gerçeği görür insan, ne kadar istemese de bir gün uyanır. Ben az önce uyandım, az önce, çok olmadı, hemen şimdi, az önce henüz sabaha bağlanmamışken gece, az önce seni gördüm, sende kendimi gördüm, gözlerinde sen vardın, tanımadığım bir sürü kişi yaşıyordu mavisinde, kalabalıktı, utandım, zaten hiç sevmezdim kalabalığı, orada ben yoktum… Üzülmedim sendeki yokluğuma, bendeki seni düşündüm, çok garip kalmıştı, çok yalnız, vefasız, sana benzemiyordu hiç.. .Gözleri başka gülüyordu, dudakları başka renkti, sesindeki uzak şarkı götürdü beni gerçek sana… Bendeki sen bir düştü, karanlıktı, hiç de aydınlanmamıştın zaten… Ben mi öyle sanmıştım yüzyıllarca?.. Sen sanmıştım, yok_u taşımışım yüreğimde bilmeden… Sabah oldu, ışığa kavuştu gün, tanyeri ağardı, şimdi ben varım, şimdi doğdum az önce, çok olmadı, hemen az önce bir kadın doğum yaptı, bir kız çocuğu gülümsedi dünyaya, ağladı sandın sen hep, sanmakla mı geçmişti zaten ömrün bilmem?... Bildiğim biri değildin zaten, yüreğimdeki sen başka biriydi çünkü… Çok fazla yabancı bir gülümseyişti yüzündeki , sen mi doğdun, yoksa ben mi bilemedim , ama bir kız bebek gibiydi dünyaya gelen, beyaz yüzüyle umut çağırıyordu dünyaya, esmer değildi, sana benzemiyordu… Gülüyordu, yeni doğmuştu, az önce, çok olmadı. Az önceydi…

Bir şey oldu, ya da sanki olacak… Bütün renkler çıktı önüme sendeyken, hepsini sildi birden gidişin, bende bir hayale dönüşün… Bir anda oldu her şey, sevgi bitti, ne bitmez ki bu yalancı evrende?.. Sen de bittin az önce, çok olmadı, sen duymadın, görmedin, belki çoktan bitmiştin, az önce bende de tükendin… Sana geliyordum, senden gelmiştim az önce, sende bittim, sende tükendi bütün beyazlar, şimdi kırmızıyı çağırıyorum… Kırmızı bir gül ol artık uzaklardan gelsin kokun, haberin, kuruyuşun, susayışın, beni çağırışın , ki nasılsa çağıracaksın , bensiz , bendeki sensiz yaşayamazsın ki sen… Her zaman mı bu kadar bencildin, yoksa ben mi öyle sanmışım yüzyıllarca?.. Yine de söyle sen şarkını, uzaklardan gelsin sesin… Uzak bir şarkının hep tekrarlanan nakaratlarında kalsın adın… Ben bitirdim bendeki seni, artık şarkı söylemiyorum, dinlemek daha kolay geliyor, dinlemek ve hissetmek… Yaşamak buymuş ya, ne kadar güzelmiş nefes almak sensizken?.. Halbuki boğulacağımı düşünürdüm sendeki ben tükenirse, dünya durur sanmıştım… Şimdi sen devam et şarkı söylemeye, benim dinlediğim şarkılarda yok artık gözlerin, az önce silindi , çok olmadı, az önceydi.Sen şimdi söyle artık şarkını….

Az önce uyandım, seni gördüm, yaşıyordun , hala genç, hala güzel, hala sana yakışıyordu bendeki sen… Sende yüreğimi göremedim, boşunaymış sana düşkünlüğüm, her seferinde sana uyanışım…. Sende ben, yakışmıyordum zaten, Yakışıksız bir sevdaydı zaten bizimki, yoksa ben mi öyle sanmıştım, sevda da mı değildi?... Bana hiç benzemiyordu, başkasıydı, çirkindi, arkana saklanmıştı, seni yaşıyordu… Senin sevdiğin bir şey bu, şimdi biliyorum, az önce, hemen , az önce, çok olmadı, gördüm seni… Habersiz, yakaladım, suçlu gibi saklandın kendine, bir şeyler söyledin yarım yamalak eski bir elbise üzerinde kalmış yazıya benziyordu sesin… Ne dediğini duymadım, okunmuyordu harflerin, yıkamıştım…Çok sular geçmişti üstünden, sen görmedin… Ama ben görmüştüm sonunda da olsa, en sonunda seni bir anda, aniden, az önce sende yakaladım… Sözlerin değildi yalan olan, bakışında seni gördüm, ben yoktum… Sahi hiç mi olmamıştım?.. Sen hep başkalarında mı yaşatmıştın kendini, beni başkası mı sanmışsın yıllarca…Yoksa ben mi öyle gördüm?... Niye göremediysem, kör müydüm, körlüğü mü yakıştırmıştım kendime, sensizliği yakıştıramamışlık mıydı bu?... Sevda mıydı bu bilmece , hayat mıydı, hayal miydi, bu neydi?...

Bilmiyorum, herneydiyse, az önce bitti, çok olmadı, sen görmedin, hemen az önce, şimdi bitti… Kalmadı çirkinliğim, senden sonra beni gördüm, yaşıyordu, ve güzeldi, gözleri ışık saçıyordu, aynada gülümsüyordu, umuda çiçek açmıştı sanki… Sen görmedin, zaten hiç görmemiştin… Hiç mi olmamıştın ki?... İşte bittin… Gece sabaha kavuştu, gün doğdu…

Az önceydi, bitti…

ferkul
16aralık2007
04.05

15 Aralık 2007 Cumartesi

NEYE YARADI ŞİİR



Öğrendim;
Seviyorum, demeyeceksin, şımarırlar...
Değerin kaçtığın kadar çoğalır.
Öğrendim;
Kuş olsan uçtuğunu göstermeyeceksin, kanadını koparırlar…
Uçmayı bileceksin ama, uçmayacaksın, vururlar…
Öğrendim;
Karaya siyahtır demeyeceksin, sustururlar…
Karaya aktır da deme, suçlarlar...En iyisi renkleri bilme...
Öğrendim;
Her şey yerinde güzel, yerinde ağır…
Değiştirmeyeceksin, kaldırırlar…
Öğrendim;
Su kadar berrak olmayacaksın, kuruturlar…
Öğrendim;
Şiiri yazacaksın, yaşamayacaksın, unuturlar…

Samimi olalım, o kadar sahtekarız ki içimizde, dışımızda, her yere ve herkese karşı, dürüstlüğü unuttuk… Yarım insan gibiyiz, bir tarafı kırık… Bir başkasının hayatını yaşıyor içimizdeki en derin yerlerde kalmış, öteki kişiyi oynayan ruhumuz… Geçen gün bir kitapta okuduğum bir yazıda artık duyguların okunmadığını, haberlerin, siyasetin, hatta magazinin, daha çok insanlar tarafından kabul gördüğünü yazıyordu, şaşırdım önce… Düşündüm sonra; Ne kadar doğru, ne kadar uzaklaştık, şiirimsi duyguları ne kadar küstürdük aynalardan, ne kadar şefkati uzaklaştırdık ki, bu hale geldik hepimiz… Ne oldu bize?..

Soğudu insanlar, ısınan yerküreye rağmen, unuttu duygularını… Ne zaman bir dilenciye gerçekten acıyıp birkaç kuruş uzattık, yalancı biri olduğunu düşünmeden, her şeye rağmen, iyi niyetimizi harcayarak riske attık ?... Ne zaman küçük bir çocuğun gözlerindeki yaşlarla yüreğimizi ıslattık?... Ne zaman gerçekten sevdik ölürcesine, sevdiğin için verircesine, ne zaman verdik kendimizi hiç almadan?... Almayı düşünmediğiz sevgilerimiz de vardı eskiden… Sevdiğini gözlerinde parlayan ışıkta bulurdun, aynada kendinden başkasını görür gibi severdin, yüreğini parçalarcasına verirdin, kendini feda edercesine sevgiler vardı, duygular vardı demir katılmamış, sıcacık… Özverili sevilirdi, söylemeden de bilinirdi, bilirdik… Bu kelimeleri de sildik lügatimizden, o kadar yabancı ki şimdi bildiğimiz kelimeler sevgiye?... Ne oldu bize?...

Komşunun aç kedisi düşünülürdü, kendi doymayan karınlarımıza rağmen… Kimse burnu uzundu, halısı şöyleydi, koltuğu ne renkti, özel hayatı böyleydi diye merak etmeden, açık aramadan hatır sayardı, hatrına saygı duyulurdu, eksisiyle fazlasıyla… Benimsenirdi, olduğu gibi kabul edilirdi insanlar, ne olursa, kim olursa olsun kapıları sonuna kadar açık bırakırdık ki, isteyen girsin…. Kapalı kapılar ardına mı saklandı duygularımız, hangi sert kaya parçaladı acımasızca, hangi rüzgarın etkisiyle savruldu yüreklerimiz?... Yoktu eskiden çıkarcı ilişkiler, daha fazlasını istemezdi insanlar, yetinmeyi bilirdik, bildirirdik… Eskiden yüzünde gizlediği hiçbir başka göz yoktu insanların… Bütün gözler sevgiye ışık olurdu, renk olurdu, yaşam katardı, her geçen güne ümit verirdi… Samimiyetimizden çaldığımız gibi, hayalleri de kaybettik yalan gerçekler peşinde koşarken… Su katılmamış ümitleri de yitirdik, zamana, insana yenik düştü sevgiler…

Bir şeyler eksik, bir şeyler fazla artık, her geçen günün akşamında saklandığımız kabuğumuzda farkına varmadan bitirdiğimiz bir şeyler var… Ne yapmalı, ne etmeli bilmiyorum ama, duyguları göz ardı etmenin, inancına sahip olmamanın verdiği bir samimiyetsizlik, insana yakışmıyorluk yaşıyoruz her gün… Bulaşıcı bir şey bu, zamanla çoğalan, artan, bir kangren misali yayılan bir duygusuzluk akımı içinde geçekleri yaşatmıyoruz kendimize, sevdiklerimize fırsat vermiyoruz, sevgiye ayrılan zamana heba olmuş an gibi bakıyoruz sanki… Bu da yaşamı kesin bir yalnızlığa itilen insanlara dönüşmemizi sağlıyor gibi…Yalnız insanlar kalabalığı dolduruyor dünyayı, ağırlaştırıyor, ağır bir dünya yoruyor nefeslerimizi, boğuluyoruz!... Soyutlanmış, harcanmış, paylaşılmamış yalnız yaşamlar, neye yarar? Neye yarar aynada sadece kendini görmek?...

Ne oldu duygulara? Nereye gittiler, nereye sakladık bir daha çıkarmamacasına, hangi sandıkları bekliyor kullanılmamış çeyizler, bir sonraki nesle kalsa neye yarar?... Biriktirilmiş, solmuş bir eski kumaşın , yıpratılmış bir yaşamın hükmü var mıdır?... Neye yarar duygusuz bir yaşam?... Neye yarar şiirleştirilmemiş sözler, şiiri yansıtmayan davranışlar, neye yarar şiiri yaşamayan insan?...


ferkul

15 aralık 2007
02.00

4 Aralık 2007 Salı

KİM OLURSAN OL!...



Eskitilmiş yaşamlar üzerine

(Yıpranmış bir sürü elbise gibi, bir zamanlar kullanıp da kıyamayıp bir kenara attığımız eşyalara benzeyen, biriktirdiğimiz bir çok şey var yaşamda… Ağırlığını üzerimizde taşıdığımız bir çok yük oluyor çoğu zaman eskittiğimiz yaşamımız… Yaşamın her anı, dakikası, eski bir film karesinden çıkmış gibi siyaha ve beyaza döndürmekten başka bir renge sığdırılamayan küçük şeritler halinde gözümüzün önünden gitmeyen anılar, yaşanılmışlıklar, yaşanılmamış, yaşanılası günler olarak geçip gidiyor önümüzden… Eskiyen sadece anılar değil, sanırım düşleri de eskittik, zamana yenildi düşlerimiz… Bir çok sabahın akşamına saklandı gitti hep yarına, yarına deyip ertelelenerek, eskittik yarınlarımızı da şimdiden…

Umutlar da eskidi her geçen günle düşen yapraklar gibi… Eskittiğimiz umutlar üstüne bir yığın harabe sayfa ekledik, yine de diriltmeye yetmedi gücümüz… Kalem bitti, kağıt bitti, üzerine yazacak yer kalmadı sayfalarda… Yenidenliği yaşatabileceğimiz bir yeni güne uyanmak da yok artık…)


Eski bir sayfada kaldın şimdi, kendini kendi kendine eskittin ... Bir başkası yapamazdı senin sana yaptığını… Bir kendin olamadın , hep bir başkasını yaşattın yüreğinde…Senden başkası yüceltemezdi seni, anlamadın, anlamaktan öte, bilmezlikten geldin…Kolay olanı seçtin, sevmedin zaten hiçbir zaman zor,u… Zor işler sana göre değildi, rutin bir yaşamdan kalan günleri yaşamak yetti sana, nasıl geçerse geçsin, dedin… Geçip giden günler değil, seni sen yapan duygulardı, düşünemedin, eskidin…

Eşyaların yerini değiştirirdin eskiden… Her gün, her hafta durduğu yerde durmasın isterdin, bir oraya bir buraya, döne dolaşa eşyalarının başı dönerdi, sen dönmeyi bilemezdin… Değiştirmekten de anladığın tek şey buydu zaten, kazandığın ise sadece eskimiş bir zaman… Değiştir işte şimdi gücün yeterse, hangi eşyayı değiştirsen, seni geri getirecek mi?...

Sen de eskidin, eskiye döndürdüğün yaşamınla birlikte, sen de değişemedin… Yenik bir oyuncusun şimdi kendinle yaptığın maçında boynu bükük, yarışmadan çekilmiş… Yeniden yarışacak güç mü kaldı sende? Yarışmaları da eskittin, anlamı kalmadı ki sensiz yarışmanın, içinde kendin olmadığın, bir başkasını koşturduğun bir koşuydu zaten, hiçbir zaman sonunu getiremediğin… Güçlü bir yürek gerek sana şimdi, yeniden kazanmak için yemin etmeye, yeminini sürdürmeye… Eskitilmiş bir yürekle kim yarışır ki, kimin gücü yeter kazanmaya?... Kiminle yarışacaksın ki, rakibin olmadan yarışmanın bir anlamı var mıdır?.. Bilemedin… Sen seni eskittin, hala dönemedin kendine…

Her bahara çiçek açtın, her sonbaharda yaprak döke döke kalmadı dalın yaprağın… Karlı bir mevsime kapattın gözlerini… Sen soğukta yaşayamazsın ki… Nefes alamazsın ki… Nerede kaldı yazın, sıcağın?.. Güneşi bile eskittin, bilemedin kıymetini… Halbuki bilseydin güneş senin için doğup, senin için batıyor, her akşamı seninle yaşatıyor, eskir miydi güneşin? Alıp gider miydi başını, sıcaklığını senden sakınır mıydı, verir miydi yerini kara bulutlara?... Yeter miydi bulutun gücü güneşin yerini almaya, sen kendini eskitmeyeydin ?...


O kadar alıştın ki eskilerle yaşamaya, küçük bir değişikliği kaldıramıyorsun şimdi. Hiç bir şeyin yeniliği heyecan vermez oldu sana… Hatta her değişiklik bir dağ gibi yük bindiriyor sırtına, yerinde kalsın istiyorsun eskici dükkanın, eskici yaşamın… Dünya dönüyor, zaman geçiyor sen hala yerinde durarak dünyayı da eskitiyorsun, her şeyi eskittiğin gibi… Bir gözlerindeki ışık kaldı feri sönmeyen, hala bir parça ılık su veren kurumuş yüreğine…Bir o kaldı vefalı, kıymet bilir , her seferinde geri de çevrilse gitmeyen bir dost gibi… Bari onu eskitme… Işığını yitirme…

Şimdi silkin, şimdi arın eskimiş ne varsa geçmişten kalan, eskittiğin yaşamından arta kalan küçük bir dünyaya aç gözlerini. Gözlerinden bırakıver yüreğine, coşkun sular paklar ancak eskimişliğini, yenikliğini, sula umut çiçeklerini, pembe açsın gülleri… İstersen yapabilirsin, eskiyen her parça bileyilenirse yeniden başlamak için savaşabir…


Yeter ki bu kez sen,
ilk kez
sen,
kendin ol,
eskittiğin yaşamında kendine bir parça yeni bir yürek bul,
kendinden,
senden,
eskimeyen,
eskitemeyeceğin
yeni
bir yürek ol,
içinde sadece senin oynayacağın
bir film sahnesi ol…


SEN OL DA,

KİM OLURSAN OL!...

ferkul

2 aralık 2007 01.43