Bu Blogda Ara

23 Ekim 2020 Cuma

som-bahar..


 

Sanki İlk kez ıslanırmış gibi

İlk kez dokunurmuş gibi toprağa
İlk kez gülümsermiş gibi bir çocuğa
Hiç sevmemiş.
Hiç dokunmamış gibi
İlk defa...

Sarıl, sar, sarmala.
Süķûn değsin ruhuma

Kucakla beni, som-bahar....

...............

ferkul

( İLK YAĞMURA...)

19 Ekim 2020

"Aşka aşığım!.."

 


" Dedi ki;
- Bazen öyle şeyler yazıyorsun ki, acaba aşık mı, diyorum.

- Hayır dedim, ben "aşka aşığım!.."
Birini koşulsuz şartsız, ben-siz, sen-siz sevmeye, sonsuz ve ihtimâlsiz, çıkarsız ve hatta hiç karşılık beklemeden, umarsız, beklentisiz sevmelere hayranım. Belki hayâlden öte gitmeyen bir düş sorgusu kendi kendime yinelediğim. Ama aşkı yazarken en çok, kendimden eminim."

Bugün arkadaşlarla konuşurken oluştu bu cümleler, kendiliğinden gelişti. Ve gün boyu kelime kelime sorguladım kendimi.

" - Aslında yaşamdan tahlillerin, sorgulama ve çıkarımların yanında asıl; "aşkı" yazmak, resmini çizmek istiyorum ben en başta kendi benliğime, sonra susamış yüreklere. Ama blogda yazarkenki kadar özgür, değilim. Kitaplarımın yayınlanmasıyla birlikte en yakınlarımdan sonra, velilerim, akrabalarım, arkadaşlarım, bütün tanıdıklarım okuyor.( Bu arada başka bir itiraf ve yazı konusu; sizi günlük hayatta tanıyanlar daha az önemseyerek okuyor, ya da hiç okumadan es geçiyor; o da benim kesin bir tespitim. 🙂😥)

İnsanın seni yüzyüze, birebir görmesiyle, yüreğinin tüm çıplaklığını sayfalara döken yanına bakması, satır satır okuması farklı. Dört bir yana ayna koymuşsun da, herkes geçerken seni görüyormuş gibi.🙂 Yazarken düşünmüyorsun ama, okunması aşamasında tedirginlik hissi verebiliyor bazen.

Bazı kelimeleri özenle seçerken, kafeste bir kuş gibi çırpındığımı hissediyorum. Halbuki yazmak, özgürlüğü seviyor. Gökyüzü kadar mavi, denizin dalgası kadar coşkun, akan su kadar duru, alabildiğine, serbest olmalı yazmak dediğin. Sere serpe sermeli, çırılçıplak yüreğini orta yere. Cesur bir yürek işi. Ve kırılmayanından dosdoğru bir kalem çizgisi..

Yıllardır yazıyorum aslında. "ferkul" kimliğiyle yapıştı şiirlerime bir meçhul masumiyet . Beni tanımadan yazdıklarımı okuyan onlarca insan içine şiir şiir, mısra mısra, harf harf çıkmak daha kolaydı aslında, itiraf ediyorum.

Aşkı yazmaktan utanıyorum sizden sevgili tanıdıklarım. Asıl "aşkı" yazmak isterken , döne dolaşa kulak gösterip göz çıkarmak gibi, satırlarım. Farkındayım. Ama ben sizden ve kimseden çekinmeden her şeyi yazdığım kadar "aşkı'' da, yazmaktan yanayım.

İnsan kaç yaşında olursa olsun, "aşka aşık" olmalı. Ne derseniz deyin...🙂

Ve sonra, ilâve ederek dedim ki kendime; "Neden aşkı yazmaktan utanmalı ki?.."
Neden çekinmeli? Yaşamaktan utanılmadığı gibi, yazılmalı da. Onca sevgisizlik, şiddet ve zulûm, onca kötülük kol gezerken göğüs gere gere, sevgiyi bolca serpmek varken orta yere, biz neden aşkı yaşamaktan veya yazmaktan utanalım?

Tekrarladım nakarat gibi gün boyu kendi dilime, düşünceme.

"Aşka aşığım!.." Aşkı yazmak ve yaşamaktan utanmayacağım!..

Belki birazdan yazarım...🙂💕🙂😉🙃

................................................

ferkul

20 Ekim 2020
23.00

14 Ekim 2020 Çarşamba

"HÜZÜN Benim İkinci YÜZÜM "

Ve çıktı! ..🙂

"Pencere Önü Çiçeği "mden sonra
"HÜZÜN Benim İkinci YÜZÜM " bütün internet siteleri ve "http://mnyayincilik.com'da sizleri bekliyor, aynada birlikte gülümsemek için .

İmzalı isteyenler DM'den bana ulaşabilir.

"Pencere Önü Çiçeği"nde bunu yapmamıştım.Talep üzerine bu defa şahsen imzalayıp göndermeyi plânlıyorum .🙂

Taş Medrese Yayınları ve Yunus Buğra Yılmaz'a destek ve emekleri için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

 

........

(Not: Antalya'da ikâmet eden okurlarım;
ALFA KİTABEVİ-(Elmalı mah.Milli Egemenlik caddesi.Serdar apartmanı No:30/A. Muratpaşa/ANTALYA, Ve Erenköy'deki ÇELİK Kitap Kırtasiye'den 'YÜZÜM' e ulaşabilirler...🙂)



 

Sizin neyiniz var?.

 


Geceden, yıldız toplamak. Her sabah benim işim. Şu dağınıklık, bu çetrefilli yol. Benim yolum şu lodosta savrulan taşlar, dalından kopmuş sarı yapraklar. Saçılmış orta yere. Birazı kutup, bir kaçı 'Samanyolu'...

Bir varmış, bir çokmuş. Düş, dediğin de dünde kaybolmuş.

Ve bir sıcak gülümseme, yaralı kuşun kanadından çalınmış. Bir tutam mavi, bir parça senden kalmış, çok parçası kendimden verdiğim.

Şimdi, bir şarkıda takılı adın. Dönüp duruyor başım gibi hep o nakaratlar. Hep o nakaratlar...

.

Her yerde kar. Her yerde kar !..

Hep böyle miydi bu sabahlar? 


Güneş, bulutlar ve ay. Sizin neyiniz var?..

.............................

ferkul

4 ağustos 2020
13.00

bir yerde hiç bir şey göründüğü gibi değil.

 

Dışımdaki "fatma"nın içimdeki "ferkul"'a benzemediği kesin. Birisi yalan söylüyor, ama kim?

Biri ayna yeni güne, öteki ise geceden yıldız çalar gibi.

Birisi uçan kuşa gülümserken, biri içine atar dünyanın bütün kederini.

Aslında iyi anlaşıyorlar gün batımlarında.
Bulutsuz gökyüzüne bakarken, birisi el sallıyor, öteki hep gülümsemede.

Bir çocuğun gözyaşlarını silerken biri, diğerinin ciğeri talan.

İkisi de mahzunlaşır su sesi duydukça, maviye ve denize aşkları bir başka.

Uzun yol yürüyüşlerinde konuşurken kendi kendilerine, birisi adım sayıyor, diğeri kaldırım taşlarını söküp oynatıyor yerinden.

Yine de bir yerde hiç bir şey göründüğü gibi değil.

Halbuki içim dışım, önüm arkam, sağım solum, gecem gündüzüm, dostum düşmanım, yüzüm sözüm, özüm sükûtum, çayım kahvem, yârim yarenim, bir!

Bir bilsem nedendir?

......................

ferkul

 


Haydi gel
Bir sevda türküsü söyle.
Varsın
Dumansız tütsün ocaklar.
Eşlik etsin gökyüzünde turnalar.

De ki, pembedir acının rengi
Kar yakar, güneş serinletir yüreği.

De ki, uçurtmalar uçuruyor çocuklar
Gözleri mutluluk mavisi.
Dünyanın neresine gidersen git
Bütün insanlar iyi.

İnanayım...

..........................................

ferkul

Tut elinde adımı sımsıkı

 


Kırıldığı yerden nasıl yeşerirse dallar
Taş toprağın altından nasıl fışkırırırsa bir fidan

Yaz ortası zemherî ayazında nasıl gülümserse bir kardelen.

Öyle işte...

Tut elinde adımı
sımsıkı
Beni unutma.

..............................

ferkul

Maktùl

 


İçime attığım
Bütün kederlerin

Müsebbibi SİZ-siniz.

Söylemediklerimin
Maktùlü, BEN.

......................

ferkul

 

Sevmek

 


dedi ki;

"O benim herşeyim
Ama ben onun
Hiç bir şeyiyim."


Sevmek, ne garip...

........................

ferkul

 

Bazen yıldıza gerek yoktur.

 


Bazen yıldıza gerek yoktur. Bir tek ay, tek başına yeter, geceyi aydınlatmaya.

Ve bazen geceye ay olursun farkında olmadan. Aydınlanır ruhun. Huzuru sükûtta bulursun.

Ne saklanır, ne bulunur, ne kaybolursun. Apaçık ortada , göğün tam orta yerinde durur, izlersin.

Kim sende ne kadar, kimde sen ne kadarsın?

............................

ferkul

 

Başın "Sana" ağır. Dünya kendine "sağır"...

 


Başım bana ağır, dünya kendine sağır. Ne kadar çağırsan çağır, uzak ülke mutluluk.
Hep kahır, hep kahır!...

Gitsem bir dağ başına...
Otursam bir çınar altına.
Ben sussam, kuşlar söylese. Kuşlar dursa gökyüzü. Bir tarafta ağustos böcekleri. Şarkısını söylese hüznün. Alabildiğine ağaç, görebildiğince yeşil. Düşünsem düşünmemeyi. Bir yol çizsem, yolsuzluktan yola çıkarak.

Başı tutsam, sonu bulsam. Dönüp dolaşıp durmasam hissizlik sokaklarında...

Dallar, yaprakların hışırtısı, rüzgâr ve kuşlar. Dinlesem serçenin dala aşkını. Konuşmadan anlaşsak. Anlaşmadan konuşsak. Gözümü kapatsam. 🤍 dinlesem. Açsam, mavi ve yeşil!..

Kucaklasa beni huzur. Sarsa sarmalasa. Unutsam dünden kalmış yarınları, unutsam kendimi, bıraksam beni akışına. Unutsam adımı bile. Sonra yine rüzgâr, yine yapraklar, dalların hışırtısı, mavi ve beyaz bulutlar...

Uyusam...

Ve bir serçe, konsa omuz başıma. Yaslansa bir dağa yanaşır gibi. Buluşsa gözlerimiz. Hiç korkmadan, ürkmeden, pes etmeden, öylece. Küçük, minik kanatlı bir serçe. Ne ağır, ne de sağır, taşıdığı yürekçe.

Omuz başımda bir serçe, şarkısını söylese aşkın, kendince. Bir çınar altı dinginliğinde bulsam beni, sessizce.

Uzakta bir keçi, otlansa, yavaştan. Kavalı ben, tınısı ben, çıngırağı sevgiden...

Dağılsa ka/la/balıklar, durulsam.

Bir dağ başı ağacı olsam. Kaçsam kendimden, kurtulsam...

Ve sükut, ve huzur... Belki, mutluluk budur!...

*

(Başın "Sana" ağır. Dünya kendine "sağır"...
Ne yapsan, ne etsen, hep kahır, hep "kahır"...)

...............................................

ferkul

18 ağustos 2020
13.05

 


Mutlu , bir şiir yazmak istiyorum. İnanmak gülümseyen bir çift göze. Sevgi varmış gibi. Sonsuzmuş gibi gülüşler. Hep aydınlatırmış gibi geceyi ay, güneşi hiç yakmaz, hiç kavurmaz gibi, hiç kaybolmaz gibi gündüzün. Gelip de gitmez gibi hiç sevenler.

Vefâdan, hoş bir sedâdan söz etmek, kelimeleri serpmek tükenmez bir umutla. Saçıvermek ortalığa, neşeyle. Hiç üzülmemiş, hiç kırılmamış gibi. Hiç serilmemiş gibi kaldırım taşlarına, hiç yuvarlanmamış gibi yokuşlardan aşağı.

Çiçek açarmış gibi bütün mevsimlerde bir kuru fidan. Mutlu bir şiirle solumak havayı, içine çekermişcesine. Gülümsemek kocaman. Yüzümü kaplayan, başımı döndüren, dönüp dönüp yine beni, bana sevdiren.

Aynaya bir tek göz çizer gibi satır aralarına çizmek kalemle heceleri. Dağıtmayan, kaybolmayan bir gülüş boyamak mısra mısra. Mutlu bir şiir , kim istemez ki?

Doldurmak saatleri, huzuru çağıran bir sükûtta, demlemek bir çayı. Karıştırmak bir kaç tane şekerle. Tat olsun, diye diye bir kuru ekmeğe.

Sonra şu şarkılar, hep o şarkılar, değil mi bizi bizden alan, dönüp dönüp de yine seni, sana getiren?

Mutlu bir şiir yazmak istiyorum. Coşkulu,
sev -gi- li. Tükenmeyen, bitmeyen, eskitip de yıpratmayan. Mut - lu ...

Mutlu şiir... Var mıdır, gelir de gitmez midir?

Bir ömür, sürer midir?...

***

(Mutlu bir şiir yaz diyorlar bana. Bir kez olsun mutlu bir nakarat bırak insanların avuçlarına. Hüzünden bağımsız, neşeli bir " günaydın", meselâ. Şöyle bir ferahlatıcı rüzgâr estir kuruyan çiçeklere. Mutlu bir mısra getir, koy şu sayfanın tam da orta yerine. Bir kez olsun bırak hüznü, göm toprağın kara yüzüne . Aydınlat gülüşleri, hece hece...

Demedim gel, kolaysa yaz kendince.🙂🙃💞)

..............................

ferkul

22 ağustos 2020

13.20

 

Çözemedim.

"Bugün pazar
Ve ben yaşamadığım pazarları,
Özledim."

..........

demiş imişim de , çok eskiden.

Yaşamadığını özler mi insan?..

Bilemedim.

Düşündüm. Sordum kendime bilmece gibi. Uzun ve çetrefilli bir yol gibi. Sarmaşığa dolanmış bir ip sanki ; çokca karışık, ucu bucağı. Ne yana baksan soru. Kimi sevsen sorunlu.

Çözemedim.

.............

ferkul

 

Boş versene

 


Boş versene
Hoş, görsene.
Takıp da kulağına kirazdan bir küpe
Gidip de
Dönmesene.

Uzatıp elini göğe
Saçılıp da orta yere
Çiçeğe gül,
Güle çiçek dersene.

Sevsene.

...................................

ferkul

kendine zûl'

Öyle şeyler oluyor ve öyle çok şaşırıyorum ki şu hayatta, bazen eşe, dosta, kardeşe, yâre, yârene, hani Aşk-memnu'da diyor ya şu meşhur replik:

"-- Beni, beni, Bihterini..".

Olur mu , yapılır mı bu , hiç mi korkmazsın Allah'tan . Hiç mi bilmezsin hak hukuk, adâlet, hiç mi sevmedin, hiç mi yüreğinde kuş kadar sevgi, merhamet yok...
diyesim geliyor.

Susuyorum...

Susacağım. Yoksa kusacağım...

( bir önceki yazdığım hoşgörü şiiri bu durumda hükümsüzdür. Vermeden almaya alışmış insanları sevmek de, kendine zûl'dür...)

 

boşu boşuna

 

Bir çocuk size bakıyor ve gülüyorsa,
Gülümseyin.

Bir kedi mırıldanarak size yaklaşıyorsa, eğilip kucağınıza alıp sevin.

Bir yağmur çisil çisil yağıyorsa, çıkın dışarıya iliklerinize kadar, ıslanın.

Bir köpek, peşinizden gelip yürüyorsa, başını okşayın.

Bir insan size bakıp gülüyorsa, arkanızı dönüp gidin.

Zîra bu áhir zamanda kimse kimseye boşu boşuna gülümsemiyor.

.....................

ferkul

temizlenmek, arınmaktır

 

İnsanların evlerinin ve balkonlarının ruhlarını yansıttığını düşünenlerdenim. Özellikle arka balkonların görünen yüzümüzden ziyâde iç benliğimizin aynası olduğunu söylemeliyim. Ön balkon, aynaya yansıyan parlak yüz, arka balkon gözlerin derinliğinde saklanan giz, bence.

( Şimdi itiraf zamanı. Benim arka balkonumda yıllardır atamadığım eski mutfak masasından son hatıra, sırt bölümü parçalanmış ama oturulunabilir bir sandalye, bir mutfak tüpü(ne alakası varsa saklamanın, ne anlamı varsa durdurmanın), bir küçük tüp, çocukların on ile onbeşli yaşlarındaki yıllarından kalma derisi delik deşik olmuş ama döndürerek oturması hâlâ keyifli 🙂bilgisayar sandalyesi, bir salatalık , iki fesleğen, bir hurma fidanı, bir acı biber fidesi saksısı, kollarının haşatı çıkmış ama yıkılmadan durabilen 🙂 kullanılabilir bir çamaşır teli yıllardır ısrarla bekliyor. Hatta on beş sene önce değişen buzdolabı rafının da bunların altında olduğunu söylemeyecektim ama madem itiraf ediyorsam, dürüst olmalı🙂. Değil mi?)

Görünen yüzümüzün arka tarafında neler gizlediğimizi, gülümseyen dudaklarımızın gösterdiğini ardında saklayamayan gözlerimiz açığa veriyor. Arka balkonlarımızda biriktirip, eskise de atamadığımız eşyalar gibi duygular ve yaşanmışlıkların birikimi, acısı ve tatlısıyla ne kadar eskise de atılıp şöyle bir boş, bomboş kalmaya fırsat bırakmıyor ruhumuzu. Halbuki, iç huzur denilen şey, biriktirdiklerini döküp saçıp orta yere; silip süpürmek, sonra tertemiz nefes alarak, solumak değil miydi havayı?

Akşamdan sonra sabahın da anlamı bu, değil mi? Ama yapamıyoruz. Bir şekilde ön balkonun sakladığını arka ele veriyor. Akşamın izi de sabah göz altlarının morluğuyla apaçık ortada. Biriktirmek ve eskiyi taşımak ruhları yorsa da, yıpratsa da, bağımlılık gibi; bırakmak mümkün değil.

Samimi olalım. İki yüzümüz olduğu bir gerçek. Yaşarken, konuşup, yürüyüp kalabalığa karışarak gösterdiğimiz mi, kendi halimize kaldığımızda veya yastığa başımızı koyduğumuz anda düşünceye dalan ikincisi mi, samimi olan? 🤫 Asıl onu sorgulamalı bence.

Aslı, yalnızlığın içindeki saf ruh. Gerisi ve hepsi tamamen bütünü ve gerçekliği yansıtmıyor. Biraz başkalarından çok, kendini kandırmaca oynuyoruz kendi kendimizle. Bazen bilerek bazen de hiç farkında olmadan. Bir iken iki kişiyi yaşar gibiyiz.

Halbuki tek benlik yetmez mi, mutlu olmaya, huzuru bulmaya? Bilmiyorum, ama en azından biraz çaba ve adımla, bize 'bizi" kazandırabileceğimizden eminim.

Bildiğim tek şey , arka balkonların ve ruhun boşaltılıp ferahlaması için atılacak fazlalıkları önce sıraya koyup, sonra teker teker özgür bırakmak ruhları. Günahıyla, sevabıyla, acısıyla tatlısıyla eskileri kaldırıp atmak rafa. Ve her gün ilk günmüş gibi, ilk kez nefes alıyormuşcasına solumak havayı, ilk kez görüyormuş gibi gökyüzündeki bulutlara el sallayıp gülümsemek gibi meselâ. Mümkün olduğunca tabii, başaramasak da denemek de, başlangıçtır. Ve başlangıçlar her zaman mutluluk getirir, arkasını göremediğimiz için, sevinçtir, heyecandır. Biraz da temizlenmek, arınmaktır bence.

Ya sizce?

...........................

ferkul

23 ağustos 2020
22.46

*****

(Dolap içleri ve çekmece karmaşası bilmecesini de belki başka bir yazıda konuşur, irdeleriz, birlikte.🙂 ne dersiniz?)

hiç bir şey, biriktirmişliğim.

 


Sana anlatacak çok şeyim var. Çok şey içinde hiç bir şey, biriktirmişliğim.

Yokuş aşağı yuvarlanan bir taştan, set çekip de yolunu kestiğin. Kaldırımlar boyunca yalnız yürürken, susamışlığım. Kuyu içinde bir kova hapsinde susuzluğa yaşamışlığım.

Sonra kuru bir ağaç dalında tek kalmış yaprağın gürültülü düşüşü. Ağır ve aksak adımlarla sokağa dökülüşü. Caddenin öte yanında, orda duruyor işte, tam karşında. Sararmaya yüz tutmuş kurumaya isyan içinde, dağılmış. Tarifsiz, tanımsız. Belki de eski ile yeni bir mevsim karmaşası bu, tam tamına bir hüznün çöküşü.

Sana hiç bir şey anlatacağım, çok şey içinde hiç bir şeye kanamamışlığım. Sanki anlattıkça bir yağmur damlasını, bir parça senden, bir parça benden çaldığım. Birazdan karışır toprağa, şimdi birazdan gidecek taş, toprak, kum, ne varsa bırakacak ardında. Sonra ara da bul izini.

Sana hiç bir şey vereceğim, tut elinde sımsıkı. Çünkü çok şey içinde bir düştü kayboluşum. Bir varmış bir yokmuşluğun haybesinde gidip gelişim, bir öyle bir böyle yüzüme yansıyan gözlerin içinde nasıldır ikilem, nasıldır çöküşü bir dağın, tepeye varmadan tıkanışı yorgun ayakların, anlatacağım.

Sana her şeyi anlatmayacağım. Hiç nedir, bilmeyeceksin. Akşamdan sabaha kaybolacak yıldızın, görmeyeceksin. Çünkü biliyorum, her şeyi görmek ama, hiç bir şeyi dinlemek, istemeyeceksin.

Sana kendimden bir söz bırakacağım, bir tek kelime ile bir hece. Belki bir nokta, virgüllerden arınmış. Şimdiki gündüzlerin ucu kesilmiş urganlığından, pörsümüş, eskimiş saatlerin yalnızlığından, şikâyet etmeyeceğim.

Alıştım karanlığa, aynaya bakmayacağım . Süslenip püslenip geceye uyanacağım. Bir kaç yıldız çalacağım şarkılardan. Belki bir nefes de alırım içtiğin sigaradan. Sonra, uyuyacağım.

Gelsen şimdi, belki bir bardak çayda dirilir inancım. Belki bir yudumla kanarım... Sana çok şey anlatacağım. Çok şey içinde bir hiç; sonsuz sükûtta kendimi sana, saklayacağım.

Haydi bir kez daha gülümse.

Bütün yalanlarına kanacağım.

.............................

ferkul

16 ağustos 2020
14.30

İnsan olmalı...

 


İnsan , bir parça insan olmalı. Kuş değil, serçe değil, leylek kanatlı hiç değil. Öylece bırakıp teslimiyete kendini, koyuvermeli iki kelimeye. Sarılmalı, kucaklamalı, sığınmalı biraz da.

Belki bir şiire, belki bir ağaç dalına, belki bir kaldırım taşına, en çok duaya. Kuşcasından değil, insancasından hem de. Yürekçesinden.

Dil ve lehçelerden arınmış bir sükûtta sevgiyi ve kendine sadakâti, bırakmalı orta yere.

Salıvermeli düşmeyi bile. Ki, düşmek de kalkmak kadar insandan ve ömürden. Sonrası kıyamet, dahası bir çok el ve ayaklardan kurtulup dönmekse aynadaki yüze. Değmez mi?

Hep bir kuş özlemi, hep de bir kanatta gizlemek, biriktirdiklerini. Hep de yaradan ve yârden sızlanarak, başka kanatlara bakıp bakıp iç geçirmek; uçma isteği ile karışık kanat sevdası; Biraz da saçmalık değil mi?..

İnsan önce insan kalmalı. Kartal ya da atmacasından bile yürekli. Şahinden daha yüksekte, dağ değil ovaya konmuş gibi.

Koymalı orta yere, rüzgârın ve fırtınanın kendinden çaldıklarını. Savurmalı bulut gibi, gökyüzüne. Uçmalı kollardan ve akşamüstü sevinçlerinden güç alarak, bir demet gül yaprağıymışcasına, can kırmızı. Kan akıtır gbi değil, can verirmişcesine, yüreklisinden bir gülüşle.

Zaten gerçek uçuş bir çift gözde gizli, değil mi?

İnsan en çok insan olmalı. İnsan kalmalı yaşadıkça, insanlığıyla direnmeli. İki deri, bir kemik, bir parça yürek biriktirmeli. Biriktikçe çoğalmalı. Eksilmemeyi kuşlardan öğrenmemeli.

İnsan olmalı...

..............................

ferkul

21ağustos 2020
23.30

ne, etmeli ?... 😊

 


İçimin en görünmez, en onulmaz, en dokunulmaz yerinde, altı yaşında bir çocukla, eli bastonlu bir seksenlik kadın, durmaksızın yürüyor.

Bir yanım uçan balon,
Bir yanım akşam çiçeği.

Bir tarafım tan yeri,
Öte yanda gurûb vakti.

İkilemlerin içinde çoklu denklem yaşayan öylesine biriyim, herkes gibi.

Gözlerinden vuruyor birileri serçeleri,
Diğer yanda, yüreğimde dinmeyen şarkısı bülbüllerin.

Hiç tükenmez sandığım hüzünlerim de var, sonu gelmez gülümseyişlerim de.

Bu deliyi ne, etmeli ?... 😊

.............................................

ferkul

 

Herkes gibi yaşasana sen!

 


Herkes gibi yaşasana sen!
Otur evinde, çay demle!
Şarkı söyle!
Kendin söyle, kendin dinle!

Ne var şu denizin mavisinde, dalgasında görecek? Ne var bu suyun sesinde kendini bulacak?

Ne var göğe bakacak? Ne var ki gezinen bulutta? Yere bak, toprağa eğil! Yılanı gör, taşa bak, böceğe bak, ilerle!

Takılma uçan kuşun kanadına! ..

Herkes gibi sevsene sen!
Kurut , varsın dalında kalsın çiçekler!
Sulama!

Sen , yeter ki kuruma!

Yürüme saatlerce. Ne var saya saya kaldırım taşlarında? Nedir bu zorun senin, bitmez tükenmez yoĺlarla?...

Bir tek ay, yeter seni aydınlatmaya.
Ne işin var yıldızlarla?

Herkes gibi yaşasana sen!

Düş/ün/ me!...

.

ferkul

Çok mu geç kaldım

 


7' sinde kekemeydim.( Hâlâ biraz yavaştan söyler dilim, çoktan aza seçmeli.)

İlk kitapla konuşmayı öğrendim. Hayâl etmeyi, düşlemeyi . Düşünmeyi ve ayırt etmeyi. Ayrıntılara takılıp bütünden uzaklaşmayı. Ağaçtan çok dalına konmayı, yaprağına dokunmayı. Gökteki kuştan çok kanadına, kanadındaki yaraya takılmayı .

10 yaşındayken 25 gibiydim. 25' inde 50. Hep bir ileri iki geri. İki geri bir ileri. 35' inde fark ettim herkes gibi olmamayı. Yaşamaktan çok, ayırt etmekle geçen zamanı yakalamayı.

18'ine kadar beceremediklerimden başlamak istedim ilk önce, yaşamı silbaştan sıralamayı. Bisiklette dengede durmayı öğrendim en başta.( Ki, en çok dilediğimdi.) Sürmeyi, hızlanmayı ve yavaşlamayı. Düştüm kalktım, parçalandı dizlerim. Kalktım ayağa, umursamadan kanamayı; " illa ki de, kaçmadan kendimi yakalamalı; öğrenmeli".

Sonra bütün yokuşlar benim. Çünkü yokuş dediğin hem çıkmak hem de inmek için. Bazen de tırmanmak için. Çocuklar koştu peşimden yüzleri değil, yürekleri bana benzeyen. Birlikte bastık frene, birlikte aştık kaldırımları. Yalnız, öğrenemedim bir türlü köşeyi dönmeyi. Hâlâ yollarım dümdüz. Benim için her gece, gündüz...

40' ımda tutturdum bir 'korkmuyorum' şarkısı, bütün o tedirgin korkulara inat bastım debriyaja çektim bir vitesini otomobilin. Vurdum gaza." Korkmuyorum, korkmuyorum!" derken iki araba pert etti dalgın başım. Hep kesikti, hiç uzamadı saçım. Yine kalktım ayağa, çünkü benim yolum; hep düşmeli, kalkmalı... Sokaklar, caddeler boyu bir yavaş sürücü, arkamda kornalar, gergin asabî komşu arabalar... Tekerlekler isyanda...🙂

Sonra konuşmayı öğrendim, dik durmayı. Yalana dolana, olana olmuşa, zamana ve insana, her şeye 'evet'e isyanı. Kırmamaya rağmen kırılmayı. Rüzgâra karşı durmayı " es kara bağrıma, es!" , diyerek direnmeyi. Sükûttan medet ummamayı. Çünkü bazen de dil, yazmayı bırakmalı, söylemeli.

50' sinde bir çoçuğum şimdi. Bazen bir bisiklete açıyorum kollarımı. Bazen ağır aksak adımlarla kilometrelerce arşınlıyorum kaldırımları. Bazen gökyüzünde süzülen kuşlara bakıyorum; kanatlarından bağımsız. Hem yaralı, hem ağrısız.

Artık dallar değil, ağaçlar söylüyor rüzgârın şarkısını. Gün, sabah çiçeklerinin kokusuyla gülümsüyor. Akşam, ayın yıldıza söylediği türküyle demleniyor çayım.

Döndüm baktım, hiç yaşanmamış yıllarım. Hiç de samimî bakmamışım aynaya. Kapanıp da açılmamış kapıları, gözlerimin içindeki kahverengiye çalan siyaha.

Çok mu geç kaldım hayatı en ucundan tutup da sımsıkı; ellerimle değil, kollarımla yakalamaya?

............................

ferkul

7 eylül 2020
14.00

 

hal-i pür melâlim)

 


( hal-i pür melâlim)

Bu akşam da, dün akşam gibi, hatta evvelki akşam kadar, geçen aydan biraz fazla, daha önceki yıllardan kalma, eylülmüş gibi, ekimden öncesinden artan, kışa hazırlanmadan yakalanan kuru bir toprak kadar rüzgârdan nem kapmaya amáde, sarı bir yaprak üzerinde öylesine konuvermiş de her an düşüverecekmişçesine pişman, yaralı bir kuş gibi, biraz dalgın biraz dargın, medet umar gibi bir bardak çaydan, şöyle demli bir uykudan, inanıp da kanmış gibi bir fincan kahvenin acı telvesine; sitemli ve isyankâr, hem kırgın hem günahkâr, öylesine saķî ve bir o kadar çok,

Yorgunum...

Adını koyup bir kuyuya, kapatıp üstünü taşlarla, alıp geceyi sırtıma, uzanıp da yıldıza, aya ve hatta bulutlara, rûyalardan arınıp, gerçeklerden soyutlanarak, sığınıp bir kaçtan çok duaya, hiç yaşamamış ve yaşanmamış gibi onca yıllar, yeni doğmuşçasına masum,

Uyumak istiyorum...

...................................

ferkul

10 eylül 2020
21.00

Şimdi gelsen

"O bardağı oraya koyma!
Düşecek", demiştim.
Düştü...
Şimdi sokaklar kanrevân.
Kırık dökük parçalar,
Her yanın cam kırığı.

Öyle bakma sitemkâr
Anlamadın beni yâr.

O bardağı oradan al
Gülüşünü de.
Topla düşlerini
Bitti masal
Geçti mevsim
Yarın artık sonbahar.

Şimdi gelsen
Bugün sevsen
Neye yarar?

.........................................

ferkul

13 eylül 2020
14.10

Görüntünün olası içeriği: ağaç, içecek, gökyüzü, açık hava ve doğa

 

Gidelim.

Gidelim.

Masumiyetin kaybolmadığı, bir elin diğerinden hesap sormadığı, sevginin ve merhametin benden çok 'sana' yol aldığı, "uzaklara" gidelim.

Aşkın ekmekten ve sudan, evden ve sokaktan, pencere önlerinden, gökyüzünden çalınmadığı, yüzlerin ne gönüllerin şefkâtten örüldüğü o "yıllara", gidelim.

Bir tas çorba, bir kuru ekmekle sohbetin bile adı anılmadan, kelimelerin dile gelmeden koyulaştığı, sevdanın ve aşkın gözlerden, gönüllerden ellere ve bedene taşmadığı, safîyet ve temizlik nuruyla parlayan yüzlere, "huzura", gidelim.

Uzakların bilinmediği, adımlarla çoğalan, sevdikçe artan, şımarmak nedir bilmeyen, kadir kıymet bilinen, "gönüllere" gidelim.

Şiirin türküden, türkünün şiirden kan aldığı , duanın dağlarda yol saldığı, mesafesi çok yakınlığı bol, ama saygının sevgiyle birlikte koklandığı, söylenmeden söyletmeden bilinen ve konuşulan, bizi bizden çok anlayan "dostlara", gidelim.

İnsana insandan yakın, anıldığı yerde çoğalan, verdikçe hiç istemeyen, azda çok, çokta rahmetli, mağfireti bol olana, yüzüne yüz sürebilmenin tek yolu; "secdeye" varıp 'el aman' dileyerek, "Rabbimize", gidelim.

Gidelim. Kendimizden çok çok "uzağa", gidelim....

........................................

ferkul

14 eylül 2020
21.30

Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç ve açık hava

Durulsam...

Ağaç olsam
Kuş olsam
Gökyüzünde duman olsam
Bulut olsam
Düş olsam
Kuş kanadından kopup
Başına konsam.
Yağmur olsam
Tane tane dağılsam
Yağsam usul usul
Toprağa karışsam.

Durulsam...

.................................

ferkul

8 ağustos 2020
12.22

 

mutluluğun resmi

Kitaplarım gelecek bugün kargodan. Başım nasıl ağır. Sanki baştan başlayıp ayağa inen bambaşka bir doğum sancısı.

Üstümde bir dağ. Kafamda bin bir yük, kuyudan dolu bir kova çekiyormuşcasına zorlasam da, kollarımı kaldıramıyorum.

Sevinmeyi ve heyecânı bile düşünemiyorum. Bu farklı türlü bir ağırlık. Ki, çözüp anlamıyorum.

"PENCERE ÖNÜ ÇİÇEĞİ "mde de aynını yaşamıştım. Şimdi " HÜZÜN benim İKİNCİ yüzüm" dolduruyor sancımı, boşaltamıyorum.

Sanırım mutluluğun resmi ağırlık yapıyor, tuval rengi kaldıramıyor, gibi. Veya alışık değil..🙂

Hira dağından gelip "zemmurinî, źemmurunî" , "beni örtün, beni örtün" diyen Allah'ın sevgili Habibinin(S.A.V) yaşadığına benzer bir şey bu sanki, (háşâ) yaşadığım. Anlatamıyorum.

Kolileri teslim alıp, masaya koyup hemen, bu sıcakta yorganı başıma çekip ; uyumak istiyorum...

........................................

ferkul

17 eylül 2020
14.30

 

Biz yaşamayı zulûmsüz ve oyunsuz sevdik..

 


"Biz yaşamayı zulûmsüz sevdik", demiş biri.

Ben de diyorum ki ; biz yaşamayı da sevmeyi sevilmeyi de hem oyunsuz, hem zulûmsüz sevdik. Öylece saf ve temiz, benimsedik. Herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabullenmektense, taş içinde gül aramayı seçtik. Acıyı da sevinci de ciğerden, yürekten duyduk hissettik.

Tam da ortasından vuruldu kalbimiz. Her seferinde yeniden ve bir daha, affettik. Azla yetinmeyi, çok sevmelerle öğrendik.

Şiirlendik, türkülerle bezendik. Avunduk arta kalan hüzünlerden, dualara sığındık, mısralara döküldük satır satır. Harflerle karıştırıp acıyı , tatlıyı, kelimelerle renklendik.

Sonra yine gülümsedik...🙂

Biz yaşamayı zulûmsüz ve oyunsuz sevdik...

.............................

ferkul

18 eylül 2020
12.00

Öyle bir sevmek ki, düş/l/erken uyandığın.'

 


Dağınık, parça parça yazılar. Tozlu raflar, yıpranmış eşyalar. Orada sulu sepken bir yağmur ki, duygular sırılsıklam. Burada bir gökyüzü resmi, özlemin adı sanki maviye doymamışlığın. Tam da şurda, göğsün orta yerinde yana yakıla bir yürek ki, darmadağın. Hem dargın, hem öylesine bir gece gibi ortasında çıkmaz sokakların.

Ve hasreti çiçek açmış baharların. Sonra, bitişi tükenmez sandığın herşeyin. Olurdu, olmazdı arası bir ikilem. Masallardan arta kalan bir son ki, elması bile kalmamış dağıtacak. Ne sana, ne bana, ne okuyana yok bir güzellik geride bırakacak...

'Öyle bir sevmek ki, düş/l/erken uyandığın.'

Böyle gitmek var mıydı kendinden, böyle bitmek var mıydı, başlamak varken?.. Yanıbaşındayken uzaklaşmak, kilometrelerce. Var mıydı böylesi yalnızlık, kalmışlık orta yerde. Yakıştı mı şiire?


Yaşanır mı bu yürekle?..

...............................

ferkul

19 eylül 2020
17.50

 

corona

(Kendimi corona zannettim. )

Sabah sınavda görevliydim. Tedirginlik, önlemler, vesveseler, bir öyle bir böyle korumasız hisseden solgun yüzler, derken geçti sınav. Eve geldiğimde nasıl bir baş ağrısı, anlatamam. Direk sarıldım yastığa, uykunun kollarına. "Uyursam geçer", dediğim ağrılardandır dedim, bazen olur öyle. Uyanınca bir bakarım kuş gibi.( çünkü gündüz uykusu baş ağrısına ve çoğunlukla da hüzne birebir gelir benim için her zaman.)

Uyandım, nasıl bir terleme, halsizlik , yerleşmiş de hiç gitmez bir misafir gibi aynı yerinde o korkunç ağrı. Bir ağrı kesici, bir duş, biraz da dua kattım içine, bir kaç bardak çayla da demlenince geçiverdi şükür. Meğer benim ağrı çay, istiyormuş sabahtan beri içmeyince.🙂 Sinyal veriyor, uyarıyor, çay iç diye, beyin demek ki.🙂

"Coronayım", tedirginliği asıl anlatmak istediğim aslında. Kendinden çok yakınlarına sebep olma endişesi. Küçük çaplı bir beyin paniğiydi yaşadığım. "Evdekilere bulaşırsa, ne yapmalı?" "Hemen evden gitsinler, kendimi yalnız izole etmeliyim". Böylesi ağrıyla yapayalnız başbaşa kalmak da acının ve hüznün cabası. "Sonun geldi fatma erkul" dedim, kendime. Daha yayınlayacak kitapların var, bir deneme bir şiir. Hani bir roman hayalin? Daha İstanbul'a bile gitmedin, şöyle bir bardak çay içmedin kız kulesinde boğaza karşı? Karadenizi görme rüyan ne olacak? Hataların, günahların, sevdiklerin, küstüklerin, barıştıkların, kırıldıkların😧. Her şey, geliyor insanın aklına. Unuttum dediklerin bile. Film şeridi gibi yaşadıkların, yaşamadıkların. Bir yandan başını delip geçen bir ağrı...

Sonra dua ettim, şükürle. Biraz tesbih ve halsizliği zorlayarak yaradana sığınma. Kelimelerin en güzeli, Kur'an'da şifayı bulma, dinlenme.

Şimdiki geçti de, nasılsa olacak, nasılsa gelecek başa. Bu #corona dan kaçış yok belli ki. "Hepimiz için gecinden ve hafifinden geçirmeyi dileyelim ve gerçekten de ciddi anlamda önlemlerle korunmaya çalışalım", demeli sık sık, uyarmalı birbirimizi.

Allah hepimizi zamansız ve kötü ölümden korusun. Herşeyin olduğu gibi ölümün de güzelini dilemek, belki yaşarken yapılan duaların gerçekten en önemlisi ..

Şifâlı ve sağlıklı günlere en kısa zamanda mutluluk ve sevgiyle ulaşmak, dileklerimle.

...................................

#corona günlükleri

ferkul

20 eylül 2020
20.00

 

fasulye

 

 

Gelelim fasulyenin faydalarına.🙂

 
 
Şimdi burada okuyup da beğeniyorsunuz ya. Şöyle böyle demeden kalemimi göklere çıkartıyorsunuz, yazdıkça yazasım geliyor ya. Ben de diyorum ya içimden kendi kendime; onca yazdıklarımla "acaba sahiden şair, miyim, yazar mıyım?"..

Halbuki hepsi iç söküntüsü benim için. Hiç kimse okumasa da beynimde susturamadığım bir ses yazmanın adı.

Kimisi bitmek tükenmek bilmez hayâllerimin ve umutlarımın rengi, satır satır boyadığım. Kimisi sizlerden arta kalan, biriktirip çoğalarak eksilmeyenin öyküsü. Çoğunluğu da eskimişliğin ve eksilmişliğin tuvâldeki harflerden oluşmuş örüntüsü. Ama hepsi birden çocukluktan beridir içimde hiç susmayan "o" sesin yankısı...

Şimdi fasulye🙂, diyor ki; "500' e yakın kişi beğendiyse' (imzalı kitap da gönderiyorum demişsem üstüne bir de), kaç kişi talep etmiştir, bilin bakalım🙂 "500'de 8 kişi!..."

Bu nasıl iştir, nasıl bir okumaktır, çözemedim. Çözebilen beri gelsin, buyursun, söylesin.

Okumayacaksanız bari kendimi şair, yazar filân da sandırmayın, diyeceğim ama, hakkettiniz....🙂

...................................

(Sözüm hem meclisin dışından, hem de içinden...🙂💞)

#fasulyeden nimetler..🙂

23 eylül 2020
11.10

öldük mü?..

 


 

Bir parça yalana bulandık, diye bütün doğruları unutacak mısınız?

Biraz yağmur yağdı diye güneşi,
Bir çocuk düştü diye koşanı
Biri ağlattı diye gülümsetenleri,
Bir çok kez kanadı diye yarayı sarmayı,

Sevmesini bilmiyor diye kalbinizi
Söküp atacak mısınız?...

Her dal, kırıldığı yerden yeşerir, çiçek açar kurudu denilen gövdenin en sert yerinden ağaçlar.

Hayat, "tükendim" dediğin yerden başlar.
'Yeniden doğmuş gibi olmak ', diye de
bir deyim var.

Tükendik de , öldük mü?..

......................................

ferkul

26 Eylül 2019


 

Sen ol..

 


Bir nokta kadar değerin yoksa
Virgül ol
Deniz olamıyorsan
Kıyıya çarpan
Dalga ol
Rüzgar olamıyorsan
Ağaç dalında savrulan
Yaprak ol.
Dağ olmak işim değil, diyorsan
Tepe ol,
Yol ol,
Çıkmaz sokaklara
Kaldırım taşı ol.

Bir köşk olamıyorsan
Menekşe kokulu
Kulübe ol.
Yazar olamıyorsan
Okur ol.
Nefret olma
Sevgi ol.
Hiç biri olamıyorsan
İnsan ol


Ol da yeter ki
Sen ol...

 

İnadına
Bağıra çağıra
Sus 


Ve
Gülümse...

........................................

 

ferkul

24 eylül2017
14:42

ne güzel!.

 


İnsanın sığınacak bir 'Rabb'inin olması ne güzel. Anlatıp anlaşılmak, sevip de sevildiğini bilmek, dönüp dolaşıp aynı hatayı etsen de, bir açık kapı bulmak her defasında, ne güzel...

Derdi verenden razı olmak, emin olmak yaprağın bile kımıldamasının bir sebebi olduğunu düşünerek, tevekkülle. Annenin azarlayıp hırpaladığı çocuğun yine "anne" diyerek ona sarılıp ağlaması gibi. Bile isteye, kabullenmek cefâyı. Yarından sonra güneş açtıracak olanın varlığını bilip emîn olmak, ne güzel...

Söyleyip anlatıp, el açarak bir işitenin olduğunu fark etmek, ne güzel. Karanlıkta ışık, gecede ay, vefâlı bir sevdâya yâr, olmak. Yanıp pişip döne dolaşa, 'O'nu bulmak her devâda. Anlamsızın içinde anlam, imkânsızlığın tam ortasından başlayıp, mümkünü görmek ne güzel...

Günlerin içinde bir 'Cuma', hayrın ve hasenâtın, yârlerin en rahmeti bol olanından bir bayram, bir umut yaratan ne güzel...

Şükürle, tevekkülle dile düşmesi yüreğe dolanın, ne güzel!...

.........................................

ferkul

2 Ekim 2020
09.43

 

Şiir dediğin

 

Şiir dediğin, tam şuramda bir yumruk. Oturmuş, yerinden kalkmıyor. Sıkıyor, daraltıyor. Söylemeyip yazmayınca durulmuyor. Kelime kelime hasret, satır satır gurbet, ne yapsam azalmıyor.

Kimi sevsem yabancı, kime inansam yalancı, yüreğe dokunmuyor. Neyi tutsam hep bir acı, satılmıyor, eskimiyor, yıpratıyor...

Hep o iki kelime tek hece, unutulmuyor, susturulamıyor. Nereye baksam o yara, aynı yerinden, tam da ortasından kanıyor, kapanmıyor.

 

Nereye gitsem gurbet, peşimi bırakmıyor...

 

 

........................................

ferkul

5 ekim 2020
19.06


sen yine de


 

Kapım duvar, sapı yok ki anlamı olsun. Küskünlüğüm dağ, sükûtum alev. Yüreğim saçları iki yanından örgülü kız çocuğu, düşüm dev. Mevsim hep beklediğim o bahar.

Çiçek çiçek papatya, menekşe ve gül kokusunda yine kaybettim ipin ucunu.Ekle ekle, neye yarar?

Neylersin, bir gülüşe hebâ sevdalar...

Yağmur ve kar, rüzgâr ve bulut, sonra güneş. Yer ve gök, dağ ve toprak, hüzne kardeş. Ne kadar sussan kâr, altı üstünde gökkuşağının. Yürek dediğinse yine darmadağın. Anlamı olsa, ruhu yok ki, şarkıların...

 

Git dersem de gücenme.
Rüzgâr sen, meltem hüznüm olsun.
Umudum kardelen.

 

Git desem,
bitti desem ,
Unut desem,
 

olmadı 


sil baştan çizip karalasam üstünü adının,
 

sen yine de
 

gitme istersen...

 

..................................................

ferkul

10 ekim 2020
15.00

 

Yine

 


 

Azıcık ucundan çektim mevsimin tokmağını. 


Açılıp kapandı kapılar, döküldü bir bir yapraklar. Elma dedim, armut demedim. Küstümse de içimden, oyunbozanlık etmedim. Sus payına takıldı dilim.

Saydım tek tek hüzünleri. Söyledim, yazdım içimden geldiği gibi. Pes etmedim, usanmadım, uzattım kollarımı maviye.

Haydi, silbaştan çaldım tekrar zilleri. Boyadım sesimi renklere. Yankısı titretti kapıları, cevap veren olmadı.


Yine bahar çıkmadı.

...........................

ferkul

12 Ekim 2020
21.28