Bu Blogda Ara

21 Aralık 2011 Çarşamba

BELKİ BİR GÜN



HİKAYE

Kalemi aldı eline...Artık yazma zamanı diye düşünüyordu.Bir hikaye. Belki bir başlangıç... Konu..? Yazarsam aşk olmalı, katışıksız sevgi, umut kokmalı, şefkat ve huzur, diye düşündü... Mutlaka aşk olmalı, bir sevda belki çoklu bir sevda masalı, başlangıçsız, sonsuz, öylesine dökülmeli kelimeler, aşka  doğru yol almalı....

Bir kız çıktı kalemin karşısına... Gözleri başka bir kahvenin rengi... Hani her zaman yolbaşlarında karşınıza çıkıveren, bazen sokak ortasında yanyana yürüdüğünüz, herkes gibi, bazen herkesten birkaç adım fazla yürüyen… Saçları uzun, lepiska, derler ya, öylece akıyor omuzlarına, dudaklarında bir masum gülümseme, bakışında sonsuz bir hüzün, yürüyordu kafasında bin türlü hengame.Akşamdan kalan, dünden kalan bir iz düşüncelerinde, yarınların endişesi... Öğrenciydi, sadece okulda değil, yaşamı öğreniyordu, yaşamayı, insanı, bütün yaşamı boyunca öğrendiklerinin tersine bir hayat sunulmuştu önüne… Tam bir şaşırtmaca tam bir kaos. Daha dün en yakın arkadaşının bir yalanı yüzünden rezil olmuştu okulda. Saçma sapan basit bir konuda bile ne kadar kolay bencilce yalan söyleyebiliyor bu insanlar diye düşündü, neden bu iki yüzlülük, değer mi, kırmaya, kırılmaya, yarınlara uyanabileceğini bilmezken, bu kadar kısayken nefes alabildiğin bir yaşamı kirletmeye, değmeli mi küçük yalanlar, sahte yüzler, dostça bakmak varken, her gülen göze kanmak daha iyi değil miydi, kanıvermek...

Annesi aradı o sırada, çabuk gel diyordu, gelirken ekmek al... Baba yoktu, çoktan ölmüştü, o daha yedili yaşlarındayken kapamıştı gözlerini. Hatırlamıyordu bile yüzünü, sadece çenesini eline alıp güzel kızım dediği sesi kulağında kalmıştı.Babadan kalan maaşla geçiniyorlardı kıt kanaat.Ama mutluydu, huzurluydu anne kız, küçük evlerinde, masum yaşamlarında, geçinip gidiyorlardı huzurla.. .Annenin en büyük emeği kızının masumiyetiydi, kirlenmemiş, kirletilmemiş iyi niyeti, en çok bu konuya titrerdi, kimseyi kırma, kimsenin hakkını yeme, ah_ını alma. Öyle de yapmıştı hep, yıllarca iyi niyetinden dolayı darbe alsa da bıkmamış usanmamıştı iyi_ yi oynamaktan.Daha küçükken de herkesi kendisi gibi sanırdı,bu yaşa gelince de ümit etmekten vazgeçmemişti, iyilik ve güzellikten yana her şeyden... Git gide yaş ilerledikçe, yaşadıkça öğreniyordu insanlarla yaşadıkça insanlaşmayı, dışarıdaki bildiklerinin tam tersine dönen dünyayı …

Hayalleri vardı genç kızın, önce bir mesleği olacaktı tam da annesinin istediği gibi, belki bir bankacı, iş kadını... Rahat ettirecekti annesini yaşlılığında. Sıcak sudan soğuk suya koymayacaktı ellerini.Belki sonra, evlenirdi de, bana benzeyen biri çıkarsa karşıma, yalansız, katışıksız severse, neden olmasın, diyordu.Neden olmasın?.. Yok muydu bu dünyada iyi niyeti iş edinmiş, mutluluğu dürüstçe yaşamak olarak addetmiş biri... Vardır elbet.

Yorulmuştu, bir banka oturdu.Yürümek, iyi gelmişti.Okuldaki hayal kırıklığının, arkadaşının yaptığının acısının üstüne.Her zaman zaten yürümek ona iyi gelirdi,en ufak bir
küskünlüğünde, bir hüzünde yollarda bulurdu kendini… En son da hep bu banka gelir, oturur ve ferahlamış bulurdu kendini.

Tam o sırada bir ses:

    ----Oturabilir miyim...

    ---- Tabii ki, der gibi işaret etti genç kız hiç yüzüne bakmadan...

Bilseydi bu  mutluluğun sesi, başını çevirip şöyle bir bakardı belki... Bakmadı, kendi düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, tam böyle bir anda karşısına çıkan geleceği görebilirdi, kimbilir? ...

Ona benzeyen , dürüstlüğü kendine yaşam biçimi addetmiş, yalansız, çıkarsız yaşamayı hedeflemiş biriydi yanına oturan ... Farklı olan, yaşamıydı, öğrencilik çoktan bitmiş,  hayata adımını atalı yıllar olmuştu, bir yol çizmişti kendine, ve sapmadan, şaşırmadan, düzenli ama sağlam yaşıyordu... Yalnızdı, arayışı çoktan başlamıştı fakat, bulamamıştı çıkarsız, yalansız birini... Belki genç kızdan bir kaç yaş büyük olabilirdi ama, farkı yoktu yaşamdan ve gelecekten beklentilerinin... Bütün yaşamın boyunca sana benzeyen birini bulmak, karşına çıkmasını beklemek,  ya da tam da''' işte bu O!''  diyebildiğin birini karşında buluvermek, öyle birden bire aniden; bu kadar kolay olabilir miydi?...

Sıradan biriydi aslında... Herkes gibiydi ama herkesten biraz fazla... Onun için de yıllar kolay geçmemişti, acılar, umutsuzluklar, hayal kırıklığı... Artık mutlu olmak istiyordu, belki aşık olmak, yalnız sürdürdüğü yaşamına bir arkadaş... Benim gibi olmalı, benden izler taşımalı ki, anlaşmak mümkün olsun... Bunun için çıkmıştı yola o da genç kız gibi, kafasına takılan düşüncelerle baş edebilmek, yoğunlaşmak ve çıkar yol bulabilmek için... Her zaman adımların gücüne, yürümeye inanırdı.... Her adımda bir ümit, bir gülümseme yerleşirdi dudaklarına, bu yolun sonunda, belki bugün, derdi hep yola başlarken... Hangi yolun sonu, başından görülebilir ki?... Belki şu an, kim bilir ?... Uzun uzun yürümüştü de bir sonuca bağlayamamıştı hiç bir düşüncesini...

İkisinin de ''' O ''dediği kişiler bankta yan yana otururken birbirlerinin varlığından habersiz,iki yabancıydı aslında, şöyle bir bakıverselerdi birbirlerine, belki saniyeden kısa, an dedikleri o zaman diliminde değseydi bakışları, birdenbire deryaya dönüşecekti belki çölleri... Hangimiz sokağın kalabalığında yürürken, dolmuşta, parkta, markette, yanı başımızdan geçen mutluluğu görebiliriz ki?...

Belki yazar, fısıldasaydı sadece birinin kulağına; o senin mutluluğun, senin yolun, deseydi değerdi bir an seslerine sesleri, gözleri karşılaşırdı belki, küçük bir merhabayla açılırdı bir kapı... Düşündü, elindeki kalemi masaya vurup, mutluluk var olsaydı insanlar bütün sevgilerini, şefkatle serseydi bir diğerinin önüne, yıpratmadan sevgiyi, yıpranmadan yüreğini,verebilseydi her evde bir mecnun , her evde bir leyla nefes alırdı, halbuki bu hayatın içinde ne bir leyla, ne ferhat görebildim dağları delebilmiş, yol etmiş, aşkı için çöle düşmüş, dedi... Umutsuzluğu kalemine yansıdı , döküldü kelimeler aşksızlığa...

Bir sigara yaktı genç adam... Savurdu dumanını ters yöne... Hiç bakmadan yanıbaşına, hiç değmeden sesleri kelimelere, kalktılar ikisi de aynı anda, telaşlı... Aynı yönde yürüdüler bir süre, yine farkına varmadan ötekinin... Kaderi değiştirebilmek bu kadar yakınken geçip gittiler yeniden yaşamlarına doğru... Kimbilir, belki yıllar sonra bir kasım akşamında , belki bir nisan yağmuruyla , belki öylesine sıradan bir günde kesişirdi yolları...


ferkul

27 kasım2011
02:00






















8 Aralık 2011 Perşembe

Yazmak Hastalığı



Mutsuzluğun yazarıyım… Dibine kadar fukarayım, boğaza takılıp kalmış bir yumruk gibi kelimelerim… Bir yerde tıkanık bir su, bir yerde dağ başı yalnızlıkları… Acıyı ve hasreti, aydınlığa ve denize özlemi, bazen sevgiyi ve sevgisizliği, bazen kuyuya düşmüş bir silüetin çaresizliğini, hayatı ve hayatsızlığı, olmamışlığın ve yaşanmamışlığın fakirliğini yazıyorum… Var olmamış sevdaların, bir türlü kavuşulmayanın, ayrılığın, hasretin ve acının, yükün ve yüksüzlüğün ağırlığı bende… Bende ışığı olup da aydınlanmayan evlerin karanlığı, duman tütmeyen bacaların bunğunluğu… Dondurucu kış gecelerinde yere düşen çiy tanesi cümlelerim…  Biliyorum kolay iş mutsuzluğu yazmak, okuru gülümsetmek ve umudu dile getirmek, mutluluğun kelimelerini bulmak zor olanı… Belki _ mış gibi yaşamayı bilemediğimden… Belki de var ile yok arasında kalmışlığındandır yalnızlık dediğim adsız kahramanın dili, yaşanmış ve yaşanmamışlıkların, yaşanabilirliğine isyanıdır her yazdığım…  Belki de umudun ellerinden tutmuşluğum olmadı hiç… Hüzün ve acıyı bildiğim kadar, neşeyi de bilirim aslında… İnsanın içine işleyen gülümselerim de olmuştur çoğu zaman… Yaşadığım kadar küçük anlardan sevinebilen bir insanım halbuki… Bazen kırmızı bir gül, bazen sadece bir güneşin ışığı ve sıcaklığı yetiverir aslında aydınlanmama… Ama ışığı ve beyazı yansıtamıyorum kalemime, iyi günlerde bitiyor sanki mürekkebi, tükeniyor sanki yazmak hastalığım... Kötü günlerin şairiyim, acının ve koyu renklerin ressamıyım hep… Beyazı ve pembeyi, hatta kırmızıyı konuşturmak zor olanı, hayat denilen tuvalde resmetmek zor mutluluğu, yazabilmek zor yaşamayınca…
Kolayına kaçıyorum işin vesselam, zor iş mutluluğun resmini yazıya dökmek, zor iş  renkleri salıvermek özgürce, sereserpe dökülüvermesi neşenin, sevincin beyaz bir kağıda… Zor iş mutluluğu yazabilmek…


(  Var_dı da biz mi yazmadık?.. Vardı da  bir Eyfel kulesi yaşadığımız şehirde, biz mi çıkmadık?... Bir uzun boğaz köprüsü vardı da oturup karşısında bir çay bahçesine biz mi seyretmedik?.. Bir dost bakış bulduk da şu kocaman dünyada yalansız, çıkarsız; selam mı vermedik?... Bir deniz vardı da akşamüstü çıkıp dalgalara dert mi yanmadık?... Vardı da sevda dedikleri biz mi yanmadık?...
Böylesi bir hayat sinemasında, nasıl nüksetmez yazmak hastalığı?...)
ferkul
5aralık2011
19:30
salı