1
yaşımda olsaydım; ayrılmazdım annemin memesinden. Kokusunu çekerdim
içime, başka kokulardan bîhaber. Sadece onun gözlerine bakardım, sadece
ona gülümser, başka insanları görünce, dokunan elleri iter, yine korkar,
ağlardım.
5 yaşımda olsaydım; yine evcilik oynamaz, konuşurdum
ağaç dallarından yapılmış bebeğimle. Kardeşlerime sarılırdım hiç
incinmeyecek gibi, masumiyeti hiç kaybetmeyecek gibi, saf ve temiz,
kirlenmemiş bir sevgiyle, gülümserdim.
10 yaşımda olsaydım; yine
Kemalettin Tuğcu kitaplarını okur, yine öğretmen kitap istedi diye
kandırırdım babamı, hikaye kitaplarını doldururdum koltuğumun altına.
Ders aralarında yalnız başına okulun etrafını dolanan kız yerine, ip
atlayan, koşan ve hiç düşünmeyen bir çocuk olurdum. Katılırdım elma
şekerinden nasibini almış, yüzünde göz izi olmayan çocuklara. Kimbilir
belki zilleri çalar çalar kaçardık da mahallede.
20 yaşımda
olsaydım; şiir okuyup ezberlemektense, şiirin içinde olup yaşamayı
tercih ederdim. Koltuğumun altında taşıdığım kitapları kenara koyup
yaşıtlarım gibi gülünmeyecek şeylere kahkahalar atardım, annemin
kızacağını bile bile. Çünkü annem; " kız kısmı yüksek sesle gülmez "
diye çok kızmıştı bir keresinde. Olsun, gülerdim onsekizlik dişimle,
sonuna kadar. "Gülmek gibisi var mı be anne, haydi birlikte kahkahalar
fırlatalım gökyüzüne, elalem kahkaha görsün, tek gülelim, yeter ki" ,
derdim . Süpürgenin fırçasını yemeyi göze alarak hem de😊.
Daha çok dua eder, daha çok yakarırdım yaradana, önümdeki yılların
teslimiyetiyle daha çok dilek ve hayal kurar, umutla beklerdim
geleceği. Bıkmadan, usanmadan dilerdim, sevilen sevenin isteğini geri
çevirir mi?
30 yaşımda olsaydım; daha bir tartardım hayatı,
affetmeyi yine bilsem de, ikinci şansı vermezdim kimseye. 50' sinde
pişmanlık yaşamamak için, nasılsa affeder, nasılsa kıyamaz diye,
kırılmazdım. Bir milyonuncu kez yeniden başlamazdım kalp kırıklarını
toplamaya.
40 yaşımda olsaydım yine, yine, yeniden yazmayı
seçerdim, sorgulamaktansa hayatı, sade ve yalın, yazmayı. Bu defa huzuru
yazardım, merhametin insana ne kadar yakıştığından, çayın yanına şeker
diyerek eklenecek gerçek dostlukların güzelliğinden de bahsederdim
belki. Denize kıyısı olan mavi bir dalga da olurdum , kimbilir? Pencere
önünde bir çiçek olmaktansa, çiçeğe konan bir kumru olurdum belki de.
Daha çok mutluluktan bahseden, sevgiye ve aşka dair, safiyet yüklü
yazılar, günlükler, şiirler kuşatırdı dünyamı.
50 yaşımda
olsaydım. Daha çok inanıp daha çok kanabilmek isterdim insanlara.20
yaşın masumiyetiyle aldanıvermek sıcak bir merhabaya. Kurutmamak
çiçekleri dalında.Kin birikmemiş bir kaç kalp yeterdi aslında. Eskimeyi
bilmeyen yüreklere serperdim umudu, ağarmış saçlara, kırışmaya yüz
tutmuş yüze inat.
Şimdi, 51 yaşımda. 51 kez biriktirdiğim
taşları birer birer yürüdüğüm yollara döşüyorum tek tek. 51 kere değil
80 sene de yaşasam yanıldıklarımı yeniden ve hep yine yanılarak ,
yaşadıklarımdan öğrendiklerimle aynı "ferkul" olurum sanırım.
Yaşa/ma/mışlığı sorgulamaktan öteye gidebilmek isterdim aslında ömür kalırsa yaşanacak günlerde.
Hayatta pişmanlıklara yer yok.Yaşadın mı günahıyla sevabıyla barışık
yaşayacaksın kendinle. Önce kendini seveceksin. Kendini bileceksin.
Merhameti ve sevgiyi, yaradanın emanetini toprağa eker gibi, bütün
taşıdığın yıllara, yürüdüğün yollara, serpeceksin. Tek tek, usanmadan
yanıla yanıla yanılmamayı, yaşadıkça sevmeyi , sevdikçe yaşamayı
çözeceksin.
Sonrası?...
.
ferkul
2ağustos2019
02.18