Bu Blogda Ara

21 Aralık 2011 Çarşamba

BELKİ BİR GÜN



HİKAYE

Kalemi aldı eline...Artık yazma zamanı diye düşünüyordu.Bir hikaye. Belki bir başlangıç... Konu..? Yazarsam aşk olmalı, katışıksız sevgi, umut kokmalı, şefkat ve huzur, diye düşündü... Mutlaka aşk olmalı, bir sevda belki çoklu bir sevda masalı, başlangıçsız, sonsuz, öylesine dökülmeli kelimeler, aşka  doğru yol almalı....

Bir kız çıktı kalemin karşısına... Gözleri başka bir kahvenin rengi... Hani her zaman yolbaşlarında karşınıza çıkıveren, bazen sokak ortasında yanyana yürüdüğünüz, herkes gibi, bazen herkesten birkaç adım fazla yürüyen… Saçları uzun, lepiska, derler ya, öylece akıyor omuzlarına, dudaklarında bir masum gülümseme, bakışında sonsuz bir hüzün, yürüyordu kafasında bin türlü hengame.Akşamdan kalan, dünden kalan bir iz düşüncelerinde, yarınların endişesi... Öğrenciydi, sadece okulda değil, yaşamı öğreniyordu, yaşamayı, insanı, bütün yaşamı boyunca öğrendiklerinin tersine bir hayat sunulmuştu önüne… Tam bir şaşırtmaca tam bir kaos. Daha dün en yakın arkadaşının bir yalanı yüzünden rezil olmuştu okulda. Saçma sapan basit bir konuda bile ne kadar kolay bencilce yalan söyleyebiliyor bu insanlar diye düşündü, neden bu iki yüzlülük, değer mi, kırmaya, kırılmaya, yarınlara uyanabileceğini bilmezken, bu kadar kısayken nefes alabildiğin bir yaşamı kirletmeye, değmeli mi küçük yalanlar, sahte yüzler, dostça bakmak varken, her gülen göze kanmak daha iyi değil miydi, kanıvermek...

Annesi aradı o sırada, çabuk gel diyordu, gelirken ekmek al... Baba yoktu, çoktan ölmüştü, o daha yedili yaşlarındayken kapamıştı gözlerini. Hatırlamıyordu bile yüzünü, sadece çenesini eline alıp güzel kızım dediği sesi kulağında kalmıştı.Babadan kalan maaşla geçiniyorlardı kıt kanaat.Ama mutluydu, huzurluydu anne kız, küçük evlerinde, masum yaşamlarında, geçinip gidiyorlardı huzurla.. .Annenin en büyük emeği kızının masumiyetiydi, kirlenmemiş, kirletilmemiş iyi niyeti, en çok bu konuya titrerdi, kimseyi kırma, kimsenin hakkını yeme, ah_ını alma. Öyle de yapmıştı hep, yıllarca iyi niyetinden dolayı darbe alsa da bıkmamış usanmamıştı iyi_ yi oynamaktan.Daha küçükken de herkesi kendisi gibi sanırdı,bu yaşa gelince de ümit etmekten vazgeçmemişti, iyilik ve güzellikten yana her şeyden... Git gide yaş ilerledikçe, yaşadıkça öğreniyordu insanlarla yaşadıkça insanlaşmayı, dışarıdaki bildiklerinin tam tersine dönen dünyayı …

Hayalleri vardı genç kızın, önce bir mesleği olacaktı tam da annesinin istediği gibi, belki bir bankacı, iş kadını... Rahat ettirecekti annesini yaşlılığında. Sıcak sudan soğuk suya koymayacaktı ellerini.Belki sonra, evlenirdi de, bana benzeyen biri çıkarsa karşıma, yalansız, katışıksız severse, neden olmasın, diyordu.Neden olmasın?.. Yok muydu bu dünyada iyi niyeti iş edinmiş, mutluluğu dürüstçe yaşamak olarak addetmiş biri... Vardır elbet.

Yorulmuştu, bir banka oturdu.Yürümek, iyi gelmişti.Okuldaki hayal kırıklığının, arkadaşının yaptığının acısının üstüne.Her zaman zaten yürümek ona iyi gelirdi,en ufak bir
küskünlüğünde, bir hüzünde yollarda bulurdu kendini… En son da hep bu banka gelir, oturur ve ferahlamış bulurdu kendini.

Tam o sırada bir ses:

    ----Oturabilir miyim...

    ---- Tabii ki, der gibi işaret etti genç kız hiç yüzüne bakmadan...

Bilseydi bu  mutluluğun sesi, başını çevirip şöyle bir bakardı belki... Bakmadı, kendi düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, tam böyle bir anda karşısına çıkan geleceği görebilirdi, kimbilir? ...

Ona benzeyen , dürüstlüğü kendine yaşam biçimi addetmiş, yalansız, çıkarsız yaşamayı hedeflemiş biriydi yanına oturan ... Farklı olan, yaşamıydı, öğrencilik çoktan bitmiş,  hayata adımını atalı yıllar olmuştu, bir yol çizmişti kendine, ve sapmadan, şaşırmadan, düzenli ama sağlam yaşıyordu... Yalnızdı, arayışı çoktan başlamıştı fakat, bulamamıştı çıkarsız, yalansız birini... Belki genç kızdan bir kaç yaş büyük olabilirdi ama, farkı yoktu yaşamdan ve gelecekten beklentilerinin... Bütün yaşamın boyunca sana benzeyen birini bulmak, karşına çıkmasını beklemek,  ya da tam da''' işte bu O!''  diyebildiğin birini karşında buluvermek, öyle birden bire aniden; bu kadar kolay olabilir miydi?...

Sıradan biriydi aslında... Herkes gibiydi ama herkesten biraz fazla... Onun için de yıllar kolay geçmemişti, acılar, umutsuzluklar, hayal kırıklığı... Artık mutlu olmak istiyordu, belki aşık olmak, yalnız sürdürdüğü yaşamına bir arkadaş... Benim gibi olmalı, benden izler taşımalı ki, anlaşmak mümkün olsun... Bunun için çıkmıştı yola o da genç kız gibi, kafasına takılan düşüncelerle baş edebilmek, yoğunlaşmak ve çıkar yol bulabilmek için... Her zaman adımların gücüne, yürümeye inanırdı.... Her adımda bir ümit, bir gülümseme yerleşirdi dudaklarına, bu yolun sonunda, belki bugün, derdi hep yola başlarken... Hangi yolun sonu, başından görülebilir ki?... Belki şu an, kim bilir ?... Uzun uzun yürümüştü de bir sonuca bağlayamamıştı hiç bir düşüncesini...

İkisinin de ''' O ''dediği kişiler bankta yan yana otururken birbirlerinin varlığından habersiz,iki yabancıydı aslında, şöyle bir bakıverselerdi birbirlerine, belki saniyeden kısa, an dedikleri o zaman diliminde değseydi bakışları, birdenbire deryaya dönüşecekti belki çölleri... Hangimiz sokağın kalabalığında yürürken, dolmuşta, parkta, markette, yanı başımızdan geçen mutluluğu görebiliriz ki?...

Belki yazar, fısıldasaydı sadece birinin kulağına; o senin mutluluğun, senin yolun, deseydi değerdi bir an seslerine sesleri, gözleri karşılaşırdı belki, küçük bir merhabayla açılırdı bir kapı... Düşündü, elindeki kalemi masaya vurup, mutluluk var olsaydı insanlar bütün sevgilerini, şefkatle serseydi bir diğerinin önüne, yıpratmadan sevgiyi, yıpranmadan yüreğini,verebilseydi her evde bir mecnun , her evde bir leyla nefes alırdı, halbuki bu hayatın içinde ne bir leyla, ne ferhat görebildim dağları delebilmiş, yol etmiş, aşkı için çöle düşmüş, dedi... Umutsuzluğu kalemine yansıdı , döküldü kelimeler aşksızlığa...

Bir sigara yaktı genç adam... Savurdu dumanını ters yöne... Hiç bakmadan yanıbaşına, hiç değmeden sesleri kelimelere, kalktılar ikisi de aynı anda, telaşlı... Aynı yönde yürüdüler bir süre, yine farkına varmadan ötekinin... Kaderi değiştirebilmek bu kadar yakınken geçip gittiler yeniden yaşamlarına doğru... Kimbilir, belki yıllar sonra bir kasım akşamında , belki bir nisan yağmuruyla , belki öylesine sıradan bir günde kesişirdi yolları...


ferkul

27 kasım2011
02:00






















8 Aralık 2011 Perşembe

Yazmak Hastalığı



Mutsuzluğun yazarıyım… Dibine kadar fukarayım, boğaza takılıp kalmış bir yumruk gibi kelimelerim… Bir yerde tıkanık bir su, bir yerde dağ başı yalnızlıkları… Acıyı ve hasreti, aydınlığa ve denize özlemi, bazen sevgiyi ve sevgisizliği, bazen kuyuya düşmüş bir silüetin çaresizliğini, hayatı ve hayatsızlığı, olmamışlığın ve yaşanmamışlığın fakirliğini yazıyorum… Var olmamış sevdaların, bir türlü kavuşulmayanın, ayrılığın, hasretin ve acının, yükün ve yüksüzlüğün ağırlığı bende… Bende ışığı olup da aydınlanmayan evlerin karanlığı, duman tütmeyen bacaların bunğunluğu… Dondurucu kış gecelerinde yere düşen çiy tanesi cümlelerim…  Biliyorum kolay iş mutsuzluğu yazmak, okuru gülümsetmek ve umudu dile getirmek, mutluluğun kelimelerini bulmak zor olanı… Belki _ mış gibi yaşamayı bilemediğimden… Belki de var ile yok arasında kalmışlığındandır yalnızlık dediğim adsız kahramanın dili, yaşanmış ve yaşanmamışlıkların, yaşanabilirliğine isyanıdır her yazdığım…  Belki de umudun ellerinden tutmuşluğum olmadı hiç… Hüzün ve acıyı bildiğim kadar, neşeyi de bilirim aslında… İnsanın içine işleyen gülümselerim de olmuştur çoğu zaman… Yaşadığım kadar küçük anlardan sevinebilen bir insanım halbuki… Bazen kırmızı bir gül, bazen sadece bir güneşin ışığı ve sıcaklığı yetiverir aslında aydınlanmama… Ama ışığı ve beyazı yansıtamıyorum kalemime, iyi günlerde bitiyor sanki mürekkebi, tükeniyor sanki yazmak hastalığım... Kötü günlerin şairiyim, acının ve koyu renklerin ressamıyım hep… Beyazı ve pembeyi, hatta kırmızıyı konuşturmak zor olanı, hayat denilen tuvalde resmetmek zor mutluluğu, yazabilmek zor yaşamayınca…
Kolayına kaçıyorum işin vesselam, zor iş mutluluğun resmini yazıya dökmek, zor iş  renkleri salıvermek özgürce, sereserpe dökülüvermesi neşenin, sevincin beyaz bir kağıda… Zor iş mutluluğu yazabilmek…


(  Var_dı da biz mi yazmadık?.. Vardı da  bir Eyfel kulesi yaşadığımız şehirde, biz mi çıkmadık?... Bir uzun boğaz köprüsü vardı da oturup karşısında bir çay bahçesine biz mi seyretmedik?.. Bir dost bakış bulduk da şu kocaman dünyada yalansız, çıkarsız; selam mı vermedik?... Bir deniz vardı da akşamüstü çıkıp dalgalara dert mi yanmadık?... Vardı da sevda dedikleri biz mi yanmadık?...
Böylesi bir hayat sinemasında, nasıl nüksetmez yazmak hastalığı?...)
ferkul
5aralık2011
19:30
salı

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Adı Olmalı Sevdanın


Yakışıksız bir mevsime açılmış gözlerin.Yakışıksız güneşlerde ısınmış yüreğin.Yakışıksız bir yaşama sevinciymiş seninki hep, boş yere aldanmış, mevsimsiz düşlere salmışsın kendini... Boşa geçti bütün ömrün, boşluğa saldın gittin kendini... Hangi mevsimde ısınırdı ellerin, hangi yalanlara kanardın, hangi eksik şiirde kaldı adın... Hangi mevsimde açar sabah çiçekleri, hangi mevsime kapanır akşamların, unuttun...

Hani papatyaların vardı yere kapanıp ağlayan, bir bir koparak yapraklarını saydığın, seviyor, sevmiyor, geliyor, gelmiyor, derken bitti gitti işte ömür dediğin... Şimdi sevse de hoş , sevmese de bütün yapraklar... Sen sevdayı da yakışıksız mevsimlere saklamışsın güzelim, yakışmalı sevda dediğin... On dördünde  gül yüzlü gün bakışlı kızlarda şimdi, yirmisinde yalansız, katışıksız, saf ve temiz  delikanlı yüreklerde saklanmalı, sevdaysa orada yaşanmalı, sonrası hep yalan, dolan, kadere takılmalı....Yaşanacaksa bir adı olmalı, kadersiz olmalı, elini uzattığın zaman sonrası, olmamalı... Acıtmamalı, kanatmamalı, canından bir can koparmamalı.... Sevdanın da, aşkın da bir yaşı, olmalı, yaşandıkça tüketilmeyen bir meyvesi olmalı, dürüstlüğün, saflığın henüz kaybolmadığı bir mevsimde doğmalı güneş...
Sevdanın da bir adı, olmalı....

En baştan belliydi, ta ilk başta salıvermeli insan yüreğini seline, kapılmalı, bırakmalıydı kendini. Ya da tuttun mu bırakmamalıydın ellerini, yüreğinden tutmalıydı sevdiğin, parmaklarından değil... Parmak uçlarında kaldın...Sen öyle yürekli bir sevda görmedin ki, yakışıksız mevsimlerde açtı çiçeklerin, yakışıksız renklerle boyadın hep resimlerini.Ne kırmızılar vardı sana hasret, ne eflatun gökyüzü, ne alacakaranlıklar, gülümseyen sabahlara uyanan... Şimdi bütün renkler gri, siyah... Bir yakışıklı renge boyayamadın hayatını, yakışıksız  bir yaşanmamışlıkta kaldın sen hep... Bir yakışmadın şu hayatın çirkefinin içine... Yakıştıramadın kendini yalan,dolan ve zulüme... Yakışıksız bir denize takıldı gözlerin, daldın, çıkamadın, şimdi maviye ve dalgaya hasret bakışın....Yakışıksız kaldın kadın!...

En çok_ları en yoklarda buldun sen hep.Yoksunluğun, yoksulluğun içinde bir kadın.... Senin yoksulluğun dağ içinde deniz arayışı... Dikensiz bir gül, yağmursuz bir gökyüzü... Ve bazen de ateşin içinde bir kor.... Halbuki en çokların içinde bir tek SEN_i bulsaydın böyle mi olurdu?... Yakışıksız bir ömürdü yaşadığın.Yaşamamış, yaşanmamış say gitsin!... Gider mi, en başa döner mi zaman, dönse de unutulur mu yaşananlar, unutur musun en çokları arayışını, bir gül kokusunda, bir salkım söğüt dalında, bir damla yağmura açtığın ellerini?... Damla düşer mi şimdi sağnakta parmaklarına, mahsunluğun, yalnızlığın acısı çıkar mı, yılların ötesinden, çıkıp gelir mi sevgili?.. Yeniden doğabilir misin, yeniden yeni bir yakışıklı gün, yeni bir sabah doğar mı gecene, doğsun diyebilir mi dilin?  Yakışıksız mevsimlerde yanabilir mi yeniden sevda ateşi, şimdi yeniden gülümseyebilir mi gözlerin, yeniye, aydınlığa, güne, güneşe, aldanabilir misin?.. Gözükara bir yakışıksız mevsime dayanabilir mi yüreğin?

Yakışıksız mevsimlerde kaldın, yakışıksız bir yaşamdı senin ömür diye bildiğin, yakışmadı sana sevda dediğin...

Yakışıksız Yaşadın Kadın...

ferkul

15kasım2011
00.57

25 Ekim 2011 Salı

Güzel, Ölüm


        Güzel, Ölüm

Haberleri izliyorum.Van yerle bir.İnsanlar bir kıyamet günü izini yüzlerinde taşıyorlar.İzlemek bile ne kadar zor, ağır...Her zaman güzel, ölüm: kavramını sorgulamışımdır.Ölümün de güzel_ini dilemek, gerçekten önemliymiş.İnsan yaşadıkça öğreniyor demek ki.Acısız, kıyametsiz, güzel ölüm...

Ölenler kadar orada yaşamak da zor... Zor kavramının realitesi, soğuk bir ağıt, acı... Allah daha beterini vermesin derken, daha beteri olur mu diyeceği geliyor insanın.Daha beterini göstermesin yüce Allah(c.c), demeli yine de.

Böylesi durumlarda yazmak da, söylemek ve konuşmak da, kelimeleri harflerle ve seslerle ifade edip oluşturmak da gerçekten zor.Ama en çok yazılası zaman, diye düşündüm.Yazılası, yardımlaşılası, dua edilesi zaman.Ve birlik olunası en çok...

Allah yar ve yardımcıları olsun.

ferkul

24 ekim2011

9 Ağustos 2011 Salı

KALDIRIM MASALI

KALDIRIM MASALI


Kaldırımlar... En yoğun çocukluğu insanın, koşarken eskittiği, düşerken yıprattığı dizlerini, benliğini, en çok tükettiği kendinde kalan son izlerini... Kaldırımlar, en yorgun ihtiyarlığı, en çok bitkinliği yaşatır taşlarında. Yürüdüm bu gece uzun uzun kaldırımlı sokaklarda.Siyah, beyaz, renksiz taşlar aşina ... Kalabalıklar arasından geçtim, geçtim insanların sesleri arasındaki sessizliğin içinden.Kimi suskun, kimi neşeli bir kayboluş içinde her adımla arkadaş olmuş kaldırım taşlarıyla.Gecenin içinden geçip gittim, karanlıkla aydınlığa karışmak ister gibi... Elinde dondurma bir çocuğa gülümsedim, görmedi bile tebessümü, geçti, gitti.Ve bir dilenci, esrarlı bir şekilde vitrin camlarına tek bir söz söylemeden bakıp, bakıp geçerek yürüdü gitti kaldırımlarda.Bir dondurmacı önünde yığılmış insanlar, sıraya girmiş, iki metre ötede başka dondurmacılar, beklemede, sinek avlıyor.Hayat da böyle değil mi?.. Sıraya girerler kimi zaman, kimi zaman da kalakalırsın kendinle...Yürüdüm, kaldırım taşları benden habersiz, bense onlardan biri... Bir adam, gözleri ufuklarda, bir bekleme telaşı içinde, biliyor ki beklenen, hiç gelmeyendir,onun için beklenendir zaten... Bekletmek gelmeyişin habercisi...

Bir Islık Dilimin Ucunda, Bir Şarkı Tutturasım Geldi, Belki Bir Türkü, elim cebimde, yürüdüm kaldırım taşlarında.Bir iki, kırk , üç yüz... Yürümek dinliği insanın, yürümek, kendini dinleyiş... Yürümek , düşünmekten kaçarken kendine sobeleniş...

Bu sokaklar, bu kaldırımlar, bu insanlar benim, değil!...
Ve bu yalnızlık, kalabalık yalnızlıklardan daha zor değil!...
Bu şehir benim, değil.

Hep olmamam gereken yerlerde olmanın ağırlığını taşıdım, yüktü, ağırdı, yaşadım.Çok yıllar verdim bu şehire, çok gözyaşları, çok tükenişler, çokça kavgalar kendimle, kabalıkla, kalabalıkla... Çokça eskittim bu kaldırım taşlarını.Bu Şehir, Bu Kaldırım Taşları Çekemedi Ağırlığımı... Bu şehirde çok ferkul kayboldu, çok ferkul buldu kendini..Bu şehirde yaşadım en çokları, en çok da yalnızlıkları...

Bu Şehir Benim Değil... .Bu şehirden gitmeli...

Öylesine bir kaldırım masalıydı, bitti...


ferkul

9 ağustos 2011
pazartesi
00:41

5 Temmuz 2011 Salı

YAZ(G)I




Yağmurlarım var sulu sepken, sağnaklarım var sele karışmış, çamurlu, puslu, sisli sokaklarım... Sen Yürümeyi bilmezsin bu sokaklarda: taşa dolanır ayakların, karanlığa karışır yüzün, dolaşamazsın.... Şaşarsın, Düşersin, Yorulursun...
Sen benim yağmurumda ıslanamazsın.

Kış nedir görmemiş yüzün, ıslak kaldırımlarda yürümemişsin, zemheri soğuğu değmemiş bile yüreğine... Bir akşam gurubuna karşı durup düşünmemişsin.Gözlerin dalıp gitmemiş, gidip de dönmeyene, uzak gurbetlere sürülmemiş sevdaların... Sen gurbet nedir de bilmezsin. Gurbet dediğin bazen ciğerinden sökün eder adamı... Bazen en yakının gurbettir, yanındaki gurbetindir, bilmezsin.... Kalabalıklar, kabalıklar içinde kulaklarını sağır eden sessizliği duymamışsın... Küfredilmemiş hiç ana avrat, düz gidilmemiş gelmişine, geçmişine... Çarpar adamı buz gibi benim akşamüstü yalnızlığım, üşürsün...
Sen Benim Kışımda Yaz, Olamazsın

Kar yağar her mevsimimde. Bulutlu, bulanık her güneşim... Lapa lapa ,öbek öbek karlar geçer başımın üstünden... Her birinde bin keder düşer, düşer toprağıma.... Benim topraklarım ıslak, benim mevsimlerim hep aynı, döner dolaşır bulur beni yine yalnızlığım...
Sen benim kışımda yaz, olamazsın. Sen baharda kışı yaşamayazsın.

Yağmur Yağar, Karlar Düşer, Üşür Ellerin... Sen Üşümeye Dayanamazsın... Zordur yaz günü çöl sıcağında titremesi ellerin. Zordur kalabalıklarda tek başına kalıvermek, çöl ortasında ıssız... Zor gelir sana yalnızlığı anlatmak... Zordur yalnızlığı da sevebilmek, senden, kendinden görmek... Zordur mevsimsiz yaşamak, dört mevsim içinde sabahsız kalmak, gecelere sığınmak zordur;  sen uykusuzluğa dayanamazsın... Sen benim gündüzüme gece, olamazsın... Ne kadar ısıtsa da sevgim yüreğini, ne kadar konuşsa da dizelerim, ne kadar yazsam da sevdamızı, sen benim cümlemde nokta olamazsın.

Gitmeler ve gelmelerle, gülmekle ağlamak arasında, düş görmekle ,düşsüzlükle, düşmekle, kalkmakla, yaşamakla, ölmekle, kendini aramakla geçer ömrüm.Sen kadere de inanmazsın... Dost desen, sen benim dostum olamazsın, sır tutmayı da bilmezsin sen... En büyük sırrım yalnızlığımdır benim.En  yakın dostum yalnızlığım... Sen dağ başları yalnızlığını yaşayamazsın.... Bilemezsin yükseklerden uçmayı... Korkarsın düşünde görsen, ürperirsin, kaçarsın... Her düşen kar tanesi yüreğinden dökülür, saçılır toprağa... Ne bilirsin sen sır tutmayı, dert yanmayı, söylenmeyi... Sen hiç kendi kendine konuşmamışsın...
Her damla gözyaşımda, her yağan kar tanesinde, her güneşin doğuşunda, sen benim kederimi paylaşamazsın.

Sen, bir dala konmuş küçük serçe, ben bir damlayım sele karışmış... Yağmurlarla  çoğalan, acıyla dirilen... Benim bütün dünyaya karşı tek başına direnen... Sen dik durmak nedir bilemezsin, esen rüzgara karşı bağrı açık, direnemezsin... Saklanırsın, saklarsın, Düşersin, yorulursun...


Gökyüzü anlar, bulutlar anlar, mevsimler içinde her baharda çiçek açan ağaçlar anlar , kuşlar, böcekler, dağlar, denizler ,dalgalar anlar, kıyıda martılar, topraktaki köstebek anlar, Sen Beni Anlayamazsın..

Benim Yağmurumda Islanamazsın.

Sen Benim Kışımda Yaz, Olamazsın....

Sen Benim Sevdama Yar, Olamazsın...


ferkul

29 haziran 2011
00.37

16 Nisan 2011 Cumartesi

vazgectim


Yar desem yaren değilsin
Benim kadar sevdin mi ki
Hep istedin, hiç vermedin
Benim gibi baktın mı ki?
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Dağlarıma yol mu oldun
Bağlarıma dal, mı oldun
Kederimde var, mı oldun
Zor günümde neredeydin?
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Can desem, canan değilsin
Kan, desem kanım değilsin
Yar olmadın, kan olmadın
Ne desem, benim, olmadın.
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

El uzattım, el mi verdin
Yüreğinde yer, mi verdin
Düştüm, tutup kaldırmadın
Beni sana zul mü sandın?
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Geçmişinden, geleceğinden
Gülünden, dikeninden
Baharından, kışından
Usandım hep zulmünden.
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Bir ben, bir sen
Saydın, saydım, iki  mi etti,
Ne sen, ne ben, biz  mi etti ?
Bir yüreğe sığmadık ki!..
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Ölüm gelse başucuma
Azrail'im sen olsan da
Al bu canım sana feda
Diyemedin, demedin ki !...
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Su kurur, toprak kayar
Yağmur yağar, güneş doğar
Gün olur devran döner
Sevda dediğin de biter....
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden


Hep ben, ben dedin
Bir gün olsun sen, demedin
Yüzün dönüp hiç gülmedin
Vere vere ben, tükendim...
Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden

Kalemime kan bulaştı
Gözlerime yaş bulandı.
Dilimde tat mı kaldı,
Veremezim Can, Mı Kaldı?

Vazgeçtim Gayri, Vazgeçtim Senden



ferkul
7nisan2011
00:22

 

12 Mart 2011 Cumartesi

Bütün Güzel Resimlerin İçinde Olmak




Bütün Güzel Resimlerin İçinde Olmak

 Bir fotoğraf karesinde, bir çerçevede, belki ünlü bir ressamın tuvalinde, belki sıradan bir kurşun kalem çizgisinde, bir manzara resminde, iki sevgilinin aşkla birbirlerine bakabildikleri sevginin nefrete dönüşmediği o romantik resimlerde, denizin en mavi fotoğrafında, bir dere başında çoban yanında, gökyüzü resimlerinde, bulutlarda belki de, bir çizgi film karesinde, buram buram buğusu üstünde tüten sıcak resimlerde ve fotoğrafların hepsinin de içinde, bütün güzel resimlerde olmak...

Ne güzel bir istek, en akla gelmeyecek bir dilek bu... Sekiz yaşındaki bir küçüğün dileği... İnanamadım duyunca... Şaşırdım, sordum ''Niçin?'' , ''Öyle, bütün güzel resimlerin içinde olayım, istiyorum''  dedi, ışıl ışıl parlayan gözleriyle.Diyemedim ki sen böyle bakarsan böyle görmeyi hiç bırakmazsan zaten o resimlerde varsın, o resimleri sen yaşatırsın, seninle varlar... Değişme, bozma, yıpratma, yıpratmasın hayat seni, eskime, böyle kal, büyüme, çocuk!...

Aydede, isimli bir okuma parçasının söz varlığını geliştirme çalışmasında aydede bütün isteklerinizi gerçekleştirebilecek bir varlık olsaydı, ondan ne dilerdiniz, sorusunun cevabıydı bu güzellik.

Bizim çocukluğumuzda, (diye başlayan cümleler kurmak istemiyorum aslında hiç ama, geçip giden yıllarla birlikte ille de kullanmaya başlanması gereken bir cümleymiş gibi galiba benim yaşlarımda herkesin kullandığı bir cümle, ister istemez) Aydede' den çok şey istenirdi...
Sanki dileklerin hepsini gerçekleştirebilecek güçteymiş gibi anlatmışlardı
bize.Ayakkabı, elbise, bebek, oyuncak araba, belki başka çok daha somut şeyler, istedik hepimiz,eminim sizler de çocukken bunlara benzer şeyler istemişsinizdir... .Her zaman ulaşılmaz , o gökteki duruşu ve parlaklığıyla güneşten bile çok güçlü gelirdi bize.İnsanlaştırdığımızın farkında bile olmadan konuşurduk, dertleşirdik, içimizden seslenirdik... Oysa hiç cevap vermezdi, susardı, sustukça daha fazla konuştururdu dileklerimizi... Sustukça daha çok büyürdü gözümüzde, daha çok ulaşılmaz, daha çok güçlü...


Değişen dünyayla birlikte çocukların dilekleri de değişmiş demek ki.Bunlar başka çocuklar, bunlar bambaşka düşlerde kendini bulan, bambaşka düşünen bir gençlik, geliyor!

Bütün dünya barış içinde olsun, annemle babam kavga etmesin, babam bana küfür etmesin, annem beni dövmesin, derslerim iyi olsun, en çalışkan ben olayım, herkesin en sevdiği kişi ben olayım, hatta çok güzel olayım;prenses gibi, diyen de oldu, bütün arkadaşlarım zengin olsun büyüyünce, diyen de...

İsteklere bakar mısınız?.. Bir tanesi eskiyen, su alan ayakkabısını düşünmedi, bir tanesi kırmızı bir küçük arabam olsun, bez bebeğim olsun, barbi bebeğim olsun, raylı trenim olsun,pilli olsun, şuyum olsun, buyum olsun, demedi...

Somut bir dünya içinde soyut düşünebilen küçükler, hiç bize benzemiyor... Büyüyen, yaşı kemale ermiş olan bizler miyiz, onlar mı, bilemedim doğrusu...

Düşündüm, onlar yazarken ve okurken, ben neler isterdim ki?... Akşam gidince evde şöyle bir liste yapayım dedim, düşünürken bile istediğim, dilediğim şeyler arasında hep somut şeylerin soyutları geçtiğini fark ettim.Soyut düşünmeye zorladım kendimi, galiba hayattan alacağım mutluluk, sevgi den başka bir şey bulamadım.

Büyümek mi bu, yoksa git gide küçülüyor muyuz?

Bana ne, ben de bütün güzel resimlerin içinde olmak istiyorum!

En güzel, yazar, ben olayım istiyorum, okunayım, yazayım; yazayım, parmaklarım kırılıncaya kadar yazayım, istiyorum.Kırılınca da gözlerimle anlatayım, siz okuyun, istiyorum.Herkesin prensesi, dünyanın en zengini, barışın temsilcisi,sevginin habercisi, olayım, çok olayım, azalmayayım, çoğalayım.

Olmadı bir dilek bile dileyemedim, beceremedim.

 Yine Sekiz Yaşımda Olayım.

  Bana ne, ben de bütün güzel resimlerin içinde olmak  istiyorum!


ferkul

9mart2011
01:06

4 Mart 2011 Cuma

YALNIZLIK; GÜZELDİR


YALNIZLIK; GÜZELDİR




Ve;  aslında bir parça yalnızlıktı  hayat boyu sırtında taşıdığın... Yük dersin, ağır dersin, taşınmaz dersin, yükledikçe yüklenirsin, sızlanırsın gece gündüz... En ağır hastalıktır yalnızlık, ağrılı... Diz boyundan başlar boğazından taşar, nefes alamazsın. Bazen kimsesizliğin çarpar yüzüne soğuk su gibi, donarsın, üşür ellerin, üşür parmak uçların, üşür yüreğin, donakalır gözbebeğin...
Beklersin,sanırsın ki umut dediğin hep vardır; yalnızlıkla beslenir...
Hep bir başka yalnızlıkla çoğalacak bir başka umut yeşertirsin bahçende... Başka başka renkler silebilir mi tek bir hamle ile senin siyah beyaz yalnızlığını; düşünemezsin...
Beklemek her ömrü tüketen bir başka illet aslında, bilemezsin... Halbuki her gelen kendi yalnızlığıyla gelir, yerleşir hayatının içine, sen kendi yalnızlığınla baş edememişken bir başkasının yalnızlığını nasıl yüklersin ki zaten zayıf omzuna?.. Çöke kalırsın işte olduğun yerde, yüreğine ulaşır en son, bu yalnızlık benden, bensiz olmaz, diyemezsin... İnkar edersin...  Ağır gelir, taşıyamazsın çoğu zaman, çok gelir. Hep fazladır, fazladandır,  hep başkasından gelendir her günü bir ertesi sabaha taşıyandır yalnızlığın...
Suçlarsın, suçlayarak yalnızlığı, suçlayarak kendini, geçer gider yıllar, geçer gider su gibi...

Halbuki her parçası masumdu sen yaşadıkça nefes aldıkça var olan; bitmeyen, tükenmeyen senden bir parça, Sen_di.... Her parçasında bir parça sevgi kırıntısı taşınmıştı içine... Karanlığa, geceye, yıldızlara, aya ve sessiz çığlıklara hapsolmuştu... Her sessiz çığlık, her susuş bir parça yalnızlığı çağrıştırır... Bir parça da sevgiyi... Biriktirip biriktirip içinde çoğalttığın ne kindi, ne nefret, ne de umutsuzluk; yaşatıldığın ve yaşatılan her mutsuzluğun, her damla göz yaşının sebebi yalnızlık, sevgisizliktir aslında... En çok kendini sever insan hayatta, bir başka yüzde kendini görmektir sevgi, sadece aynadır, kendini görürsün, yaşamazsın... Sevgi de çok yalnızlık çağrıştırır çünkü... Aşk da... Her ikisi ayrılmaz birer kardeş gibidir... Her bir yalnızlık bir başkasını doğuran içsel yalnızlıkların duyguya dönüşümüdür, bilebilsen...

Ve aslında çıplak yalnızlık kalabalıklarda yaşanan kimsesizlikten daha ağır değilmiş, dersin, büyürsün... İçindeki çocuk da büyür yalnızlığın büyüdükçe... .Daha bir kendine sahiplenirsin, daha bir seversin kendini, insanı, yaşamayı.... Daha bir varsın, daha bir nefes aldıkça çoğalır gülümsemelerin, yalnızlığınla kalabalıklaşırsın... Daha bir senden bir parça taşıyarak çoğaltırsın yalnızlıkla bir kaderi. Halbuki bugün, dünden çok da farklı değildir aslında... Değişen de sensin, değiştiren de, değiştiremeyen de, kalan da sen olursun giden de... Çıplak yalnızlıkların kaderi aslında daha çok kendini bulmaktır şehirlerin tam ortasında, belki de uçsuz bucaksız rengarenk Mardin ovasının tam orta yerinde, gülümsemek...
İşte bu; senin yalnızlığın...
Her çıplak yalnızlık kader değildir, kader olan tek şey senin doğumun, yaşayışın ve ölümün.

Ve aslında yalnızlık güzeldir, bir başkasının yalnızlığından kalan kırıntılarla yetinemezsin,çoğalamazsın, çoğaltamazsın, sen sendeki yalnızlığı sevmedikçe kendin olamazsın.... Ve sevemezsin kimseyi.... Her bir saniyesinde solup giden bir gül gibi solduğun, eriyen bir buz gibi eksildiğin, her sevgide yanıldığın, her günde geceye hasret çektiğin, her anında hayal kırıklığı ve umutsuzluğu yaşadığın, zaman zaman gülümsediğin, zaman zaman renklere  boğan, küçük sevinçlerle göz kırpan ve bir anda bütün renkleri senden alan şu hayatın içinde tek güzel olan şey ; yalnızlığın...

Yalnızsan, ve farkındaysan senden gelenin, en güzel sensin...
Yalnızlık  güzeldir...

Yalnızlığını sevebilenlerden olmak ümidiyle..


ferkul

23.20
28 şubat 2011

20 Şubat 2011 Pazar

Yüreğim Bir Zeytin Dalı




Yüreğim bir zeytin dalı
Kırmadan
İncitmeden
Sev beni...

Dağılmışım
Bölünmüşüm her mevsimde
Bölmeden
Parçalamadan
Oku, beni...

Bir kırmızı gül koklar gibi
Yağmur damlası avucunda
Tutar gibi
Tut beni...

Sevilmediği için
Çirkindir martılar
Yaşamadan Ölmez insan
Öldür, beni..

İnce oya işler gibi,
Satır satır dokur gibi,
Sanki ben değil,
Sen gibi
Oku, beni...


Yüreğim bir zeytin dalı
Barışa, dostluğa
Aşka hasret
Var mı sende o cesaret
Kırmadan, incitmeden
Sev beni..



26 ocak2010
ferkul


28 Ocak 2011 Cuma

İTİRAf_name



İTİRAf_name

Yaşadığım kadar, yaşadım... Ne bir eksik, ne bir fazla... Hepiniz kadar güldüm, ağladım, uyudum, uyandım... Herkes kadar kendimi gecelerde buldum çoğu zaman... Herkes kadar gündüzü yaşadım, geceyi duydum... Sessiz geceler ne çok konuşturur adamı bilirim, ne çok susturur, ne çok şey söyletir kendine... Konuştuğun kadar yaşarsın, sustuğun kadar çoğalırsın...

Ve yıldızlarda saydım gözlerimi, bir kaydım, bir uzandım, azaldım, çoğaldım... Sabah güneşiyle uyandım güne, akşam grubuna karşı yazdım şiirlerimi, denizin dalgasına, mavisineydi övgüm, kendisine değil... Tan yeri ağarınca açan, geceyle birlikte kapanan papatyaları konuşturdum, sarı elbiseme övgüler döktüm, her gün önünden geçtiğim salkım söğüte anlattım derdimi, yalan da söyledim hatta kimi zaman dizelerimde... Siz sandınız ki öyle büyük aşklar yaşadım, öyle büyük ayrılıklar, öyle büyük acılar, mutluluklar, hepsi de benimle... Kim bilebilir benden başka?.. Kim görebilir ferkul'u benim kadar?...Ya hep konuştum, ya hep susturdum kalabalıkları, kabalıkları... Hiç içinde  olmadığım bir hayatı seyrettim dışarıdan; sizler gibi, film izler gibi... Dilediğim hiç bir şeyin gerçek olmadığını da anladım, istemediğin her şeyin dilediğinden fazla yaşanilabilirliğini de... Sevgiyi de gördüm, nefreti de....

Ta ciğerime kadar işleyen mutsuzluğu da yaşadım, küçük bir kar tanesinin avucuma konuşundaki çocuksu sevinci de... Acıyı da gördüm, hangisi iyidir dedim, mutsuzluk mu daha fazla kanatır insanın yüreğini acı mı?... Bilemedim... Ne kadar hüzün benden bir parça, desem de;  bir yanım  hep açmaya hazır bir gül goncasıydı hep... Açıldım, saçıldım, döküldüm salkım saçak, kapandım da zaman zaman.En dipte olmak nedir, karanlık nedir, nasıl aydınlığı unutur insan zamanla, onu da gördüm...  Bitti sanılan her şeyin yeni bir başlangıç olduğunu da... Işık her zaman vardır, ne kadar karanlık olsa da, aydınlanır insan... Ha ışıksız yaşamışsın, ha sevgisiz, demedim... Kendimi sevdim, direndim...

Tahlil ettim, sorguladım, ayrımsadım, ayrılmadım hiç yaşam denilen anlamsızlığın içinden, hep yanındaydım kendimin, hiç yalnız bırakmadım onu, kalabalıklarda bile... Sabaha kadar uyumayıp anasını yorgunluktan bitiren bir çocuğun sabah gülümseyişindeki unutuşu da yaşadım, bir gece önceki bitkinliğin dinişini de... Tükenişi de... Dursun artık zaman, saatler geçmesin: ölsem, dediğim zamanlar da oldu, hiç bitmemesini istediğim saatler de... Zaman dursun, ölsem, zaman dursun, kalsam hep böyle, yüzümde bir gülümseyiş, bitmesin bu an, dediğim de... Ölmek istemekle, hiç ölmemek arasında gidip gelen bir tuhaf şizofrenik davranış biçimiydi hep benim için yaşam denilen döngü... Kimin için değildir ki?...

Sizler kadar yorgunum, sizler kadar bitmiş... Gelgitlerim de sizden farklı değil... Sizlerden çok umudum yine de, hayal de kurabiliyorum her şeye rağmen... İnsan kırklı yaşları geçince hayal kuramaz artık, deseler de inancım tükenmedi... Bitmedi bekleyişim.. Hep beklersin ya,bir insanı, bir olmazı, bir hayali, bir amacı, belki bir sonsuz sevgi arayışını, son nefesini verinceye kadar hiç gelmese de, bekleyişler bitmeyecek asla, ve bitmemeli de...

Dönüp dolaşıp aynı kapıya geldiğim zamanlar da çok oldu, o kapıyı çalmadan geri dönüşüm de... Ama hep yazdım, okunsa da, okunmasa da, beğenseniz de beğenmeseniz de, kendimi de dile getirsem, sizi de döksem kağıtlara, klavyeye, günlüğe, çantamdaki yıpranmış not defterlerine... Gittiğim her yerde karalanmış bir kaç satır bıraktım hep ardımda... Küstüğüm de oldu kaleme, dostlara, dostsuzca yaşamaya...Yazmadan geçen yılları ve günleri yaşanmamış saysam da, en çok kendime küstüğümü fark ettim her dargınlıktan sonra af diledim kendimden, kalemimden... Ne ederse kendine, ediyor insan...
Kimse yapamaz senin kendine ettiğin kötülükten fazlasını, sen istemezsen...

Çoğaldım, azaldım, bittim, tükendim, yeniden doğdum, yıkıntılardan bir köşk yaptım kimi zaman,yeniden dirilttim içimdeki çocuğu... Kimi zaman da kendi ellerimle boğdum, bağırta bağırta... İnsanı yaşatan sevgi, kendine duyduğun saygıymış.Her şey tükense  tükenmemeli... Sevmediğin, sevilmediğin kadar çirkinleşiyorsun zamanla...
Sevmek ve sevilmekmiş insanı güzelleştiren, sevdiğini yaşatan.... Sevmeli...

Yaşadığım kadar, yanıldım, yanıldığım kadar yaşadım...

Bu ikilem hiç bitmeyecek, anladım...

Her şeyi gördüm, içim rahat....


ferkul
27 ocak2011
01:56

3 Ocak 2011 Pazartesi

SU BALESİ

 

Yaz mevsiminde izlemiştim. İzlenmeye değer!..
Sanki şarkıyı da su, söylüyor gibi...
 Bu soğukta içinizi ısıtıcak gibi, Değil mi?