Bu Blogda Ara

31 Ağustos 2008 Pazar

Gün olur,


Gün olur,

Sığamazsın hiç bir yere,taşar,taşar, dolamazsın,dökmek istersin içini, bakarsın; bulamazsın..

İsyan olur...

Gün olur,

Durduramadığın bir sel gibidir hayat, koşarsın, yürürsün, ne durabilirsin, ne susturabilirsin.... Sesine yetişemezsin...

Akşam olur....

Gün olur,

Gözün değer gözüne, elin değmiş gibi ürperirsin; korkarsın yanına yaklaşmaktan mutluluğun, kapatırsın kirpiklerini yere...Bakamazsın...

Sevda olur....

Gün olur,

Gidip de varamadığın, varıp da göremediğindir sıla, görüp de tanıyamadığın, bilemediğindir... Bilmemişliğindir... Yakındır, uzanamazsın, dokunamazsın...

Gurbet olur...

Gün olur,

Yıkarsın ellerini, yıkarsın, yıkarsın, temizleyemezsin... Bir bakarsın yeniden dönmüş devran, eski tas,eski hamam.... Yanarsın, yakamazsın...

Kor olur...

Gün olur,

Kalmak istersin, gidersin... Gitmekten yana nasıl da yanarsın, kalırsın... Kolun kanadın kırılır, kendini aşamazsın...

Hapis olur...

Gün olur,

Geceden bir yıldız çalarsın, ışığını aya vermiş , ay gider, dolunay olur... Kayar elinden yıldızın, tutamazsın....

Hüsran olur...


Gün olur,

Hırsını kalemden alırsın, kalem kırılır, boğazında kalır feryadın, yazamazsın, yaşamazsın...

Yas olur....

Gün olur,

Vefaya dolanır dilin, yalansız söylensin istersin şiirler, yalansız yazılsın istersin aşklar...

İhanet olur.....

Gün olur,

Söz biter, hayaller umut olur, yari bulamazsın yüreğinde, yol düze, gece acıya döner..

Ateş olur...

Gün olur,

Gün döner, vakit ikindiye yaklaşır, zamanı yakalayamazsın, koşarsın, yorulursun, durulursun...

Akşam olur...

Gün olur,

Başı göğe yükselir, yüreği kuşlarla yarışır, insan dediğin sana bulaşır, kokusu tenine yapışır, nefesinde bir son ah!.... Yakarırırsın, yalvarırsın, duyuramazsın ..


Toprak olur....

27ağustos 2008

28 Ağustos 2008 Perşembe

resimli yalnızlık




Akşam oluyor, hava henüz aydınlıkken , grup vakti haberci gibi çöktü... Akşamın olmasından çok, gelişi hüzün kokusu yaydı ortalığa... Genç bir adamdı, gruba karşı akşamı seyreden... Yazdı, ve çok sıcaktı... Söylenecek ve konuşacak çok şeyi olup da susanlardan biriydi... Bazan susmak, çok şey söylemektir diye düşündü içinden, yanında oturan, akşamı ve biten günü umursamadan, hiçbir şey düşünmeden yaşayan arkadaşlarını izledi bir süre, yaşamın içindeyken dışında kalabilen bu insanları kıskandı... Çok fazla ayrıntılara takılmak yorar insanı, ayrıntılar ayrımları oluşturur ve çoğu zaman yalnız hissedersin kendini... Kalabalıkların tam ortasında yalnız olmak kadar zoru yoktur, ama bu elinde olan bir şey de olmaz çoğu zaman... Bunu biliyordu, halinden memnundu aslında...Yine de kıskandı işte, ‘düşünmeden ve ayrıştırmadan yaşayabilseydim daha mutlu olabilir miydim’, diye düşündü... Düşünmeyi, izlemeyi, yaşamı ayrıştırmayı seviyordu, içinde buluyordu kendini hiç zorlamadan ve aniden ...

Uzak günlerde ve gecelerde kalan bir gülümsemeyle hatırladı geçmişi... Sanki yaşanılan ve duyulan bir ses değildi, çok uzakta kalmıştı ve duyumsamak sadece bir film sahnesini izler gibi yer ediyordu zihninde... Kazanmak ve kaybetmek, ikisi de ne kadar bir birine yakın olgular... Otuzlu yaşları kazanmış, bu güne gelebilmişti ama, geçmişi kaybetmişti, geleceği ise hazırlamak için son şansını kullanmak gerek, diye düşündü... Gelecek de sadece mesleğini eline alıp, çoluk çocuğa karışarak olmuyordu... Kişiliğini bulmak, kaç yaşında olursa olsun, bu, önemli, diye düşündü...

Bu arada yanındaki arkadaşları veda edip gittiler, kısa bir selamla, ‘görüşmek üzere ‘ diye mırıldandı... Ancak kendisinin duyabildiği bir sesle... Görüşmek istediğinden de emin değildi aslında ... Hepsi ne oluyor buna, der gibi bakışarak ,ayrıldılar... Ne işe yarıyorlar, yaradılar ki şimdiye kadar diye düşündü yeniden genç adam, bana neyi kazandırdılar?.. Yalnızlık duygusundan başka ne verdiler, anladılar mı, anlattılar mı beni bana?... Gercek dostlar susarken de konuşurlar diye okumuştu bir kitapta... Gerçek dost değildiler ki, işte onu bu halde, sorgusuz sualsiz bırakıp gidebiliyorlarsa gerçek miydiler?... Var ile yok arası hiç bir şey gerçek olamaz , diye karar verdi birden... Ya varsındır, ya da yok... Bu arada eşi geldi gözünün önüne.... Sarı saçları, yeşil gözleriyle vardı, ama konuştuğu zaman yok oluyordu, sesi görüntüsünü siliyordu sanki, bir perde gibi kapatıyordu?... Sadece görüntüyle de nasıl yaşanır ki, diye hayıflandı kendi kendine....Yaşarsın, yaşarsın da, işte birkaç yıl sonra patlak verir bomba gibi duyguların, çözümlenemez bir gidişe dur, diyemezsin, boşlukta kalakalıverirsin aynen böyle... Düşünür, düşünür, çıkamazsın işin içinden... Bir şiirin mısralarını hatırladı daha gençken okuduğu;

sesler gelir
sarnıçların dibinden
çıkayım mı
çıkayım mı
çık da gör!...

Az önce tartışarak çıkmıştı evin içinden...Kapıyı çarpıp giderken o tok sesin en çok kendi beyninde aks edeceğini, yer alacağını bilseydi bu kadar, heralde sessizce çıkıp giderdi... Hatta hiçbir şey söylemeden, bağırıp çağırmadan, bir tek sitem etmeden....Çıkıp gitmişti de sarnıçtaki sesler gibi, çıkıp gitsen ne olur, çarp kapıyı, gör, diye düşündü, ‘çık da gör!.. ‘

Nerede yanlış yaptım, kim kimin kalbini kırıyor, bunlar mıydı önemli olan?.. Yoksa gerçekte çarpışan ruhların uyumsuzluğu muydu en ufak bir konuda çatışmayı yaratan?... Bunu düşünmeli, bir çözüm bulmalı, diye düşündü.... Farklı ruhların da buluşabildiği, çarpışmadan karşılaşabileceği bir ortam?... Var mıdır, yok mudur diye düşünmekle mi yapıyorum hatayı?... Belki bütün renkleri kendi sevdiğim renge boyamak istemekle, renk körlüğümü kendim oluşturuyorum, belki de hata bende, diye kendine itiraf etti gitgide kararan havaya bakarak içinden... Her şeyi ve herkesi olduğu gibi, görünen yüzüyle ve rengini değiştirmeden kabul etmek kolay mı?.. Kolay ya da zor, ayrıştırmadan olduğu gibi, olabileceğinden fazlasını istemeden de iki farklı ruhu anlaştırabilirim , belki hatta zamanla konuşturma imkanı da bulunabilir, sarnıç dibinden kapı çarpıp çıkmaktansa önce başımı kaldırıp bir ortalığı incelemeli, uygun ortamda çıkmalı, diye düşündü genç adam... Umutsuzluğu kendisine yakıştıramayarak, düşüncelerini susturmak istedi sanki...

Gri bir gece çökmeye başlamıştı akşamın üstüne... Bir sıcak demli çay dedi, ne zaman gidecek bu adam, der gibi bakan garsona... Ne düşündüğü umurumda değil, diye düşündü genç adam.. . Kimbilir o hangi renk ruhla çarpışıyor, kaç kere benim gibi sarnıçtan çıktı da, gördü mü acaba benim görebildiklerimi? .. İnsan önce kendinden başlamalı, kendisi olabilmeli ki, başkalarını da var edebilsin etrafında...

Yirmili yaşlarda, henüz çalışmaya yeni başlamış olduğu her halinden belliydi, utana sıkıla’çay, kalmamış abi,’ dedi... ‘Bitti’... Umursamazlığa devam etti adam, sarnıçtan çıkmadan önce sarnıcı çözmeliyim... Bir sarı saç, bir mavi göz perdeledi hala başında bir şeyler söyleyecekmiş gibi gözünün içine bakan garsonun yüzünü... Ne olmuştu da , o sarı lepiska saçların, gözlerindeki mavi mananın izi silinmişti?... ‘Görmek için bakmasını bilmek gerek’, sahi, ben bunu nasıl unuttum, ‘nasıl bakarsan öyle görürsün’, diyor ya o meşhur söz sahibi her kimse... Nasıl bakarsan öyle, görürsün... Bir zamanlar manayı mavisinde bulduğum gözün ruhunu kendi gözlerimle çözemiyorsam, yeniden bakmalıyım, mavisine, derinden... Eminim bu kez, baktığımda, içinden biraz kendi kahverengi ruhumu ayrıştırabilirim, henüz vakit varken, biraz da olsa kendi rengim mavinin içinde kaldıysa, bunu başarabilirim, diye düşündü... En güzel şey, zor olandır, kolayı kaçıp gitmek olmamalı,diye düşündü... Görmek için, bakmasını bilmek gerek... Gerçi mavinin içinde kahverengi, ne uyumsuz renk oluşturur gerçekte, diye gülümsedi.... Herhalde hoş bir renk olmazdı... Yorulduğunu hissetti, ayrıştırma ve ayrıntılardan, tezatlardan ve incelemelerden yorulmuştu... Bir yandan parmaklarında oynadığı yüzüğü farkedenin sadece kendisinin olmadığını da ... Küçük garson, git der gibi bakarken yüzüğü oynayışına dalmıştı...’Yenge sizi merak etmiştir, beklemez mi?’...Dedi...

Birden ayağa kalktı genç adam... Otuzlu yaşların geleceğine doğru kalkar gibi, gelecek bir gülümseme olarak yayıldı önüne, tatlı, hoş, mavi bir gülümseme.... Birden silkindi düşüncelerden... Başını kaldırdı, gülümsedi garsona...

Akşam çoktan olmuştu, hüzün, bitmişti, yerini çok şeyi olup susan bir insanın karanlıktan aydınlığa geçişi gibi düşünceleri almıştı.... Düşünceler de bitmişti aslında, sarnıç dibinden çıkıp gitmişti.... Başını okşadı küçük garsonun, eline bir de küçük bahşiş, sevindi garson, gülümsedi şaşkın şakın....

Adam yürüdü, gittti....


ferkul

28 ağustos 2008

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Antalya'da bir ferkul

Antalya izlenimlerim, ve çektiğim resimlerle,
ferkul gözüyle ANTALYA
antalya resimleri

Dün Antalya'daydım... Küçük, günü birlik kendim için bir teselli armağanı verdim bana, yaz bitmeden bir kez olsun denizi görmek, onunla konuşmak, düşüncelerimi denize dökmek istedim... Çok sık değil, yılda bir kez de olsa bunu yapmak beni rahatlatır... Deniz kenarında yaşayan insanları kıskanmışımdır hep, değerini bilmedikleri için, veya farkında olamadıkları için bu güzelliğin, denizin ruha yansımasının etkisini farkedemedikleri halde bir de orada yaşayabildikleri için... Aslında kıskanç bir insan değilim ama, özellikle Antalyada yaşayanları kıskanıyorum....



Girişi tamamen değişmiş , metro inşaatıyla yollar birbirine girmiş olsa da ben kokusunu aldım denizin ve yolumu buldum... Tophane parkında uzun bir süre oturdum , gözlerimi ve ruhumu dinlendirdiğimi sanıyorum... Sıcağı söylememe gerek yok, oldukça ve haddinden fazla sıcaktı... Bir ara yan masada oturan bir bey gözüme çarptı, sıcakta yanına havlu almış, vücudundaki bütün görünen yerleri şapır şapır dökülen terlerini siliyordu, havluyla!!!... ))) Bütün güzel şeylerde olduğu gibi Antalya’nın da tek kusuru sıcağı, değerini bilenler katlanıyor olmalı, veya bir şekilde sıcakta yaşamanın yolunu bulmuşlar...

İSKELE RESİMLERİ

Antalya, Antalya!... Ne güzel şehir!... Ne yaşanılası şehir!... Ne büyülü şehir!... İnsanlarının hiç biri yerli değil, turistiyle, yurt içinden gelen ve gideniyle birlik içinde, kapkaçtır, yolda birbirine saygısızlıktır, hiçbiri olmadan,kalabalığıyla , deniziyle iç içe ne güzel şehir!...

antalya caddelerinden bir görünüm ANTALYA CADDESİNDE YÜRÜYEN İNSAN RESİMLER

Köpük köpük deniz aşkım!... Sesiyle, dalgasıyla, büyüsüyle alıp götüren bu deniz, işte şu an sadece benim...

köpük köpük deniz aşkım

Bu da sandal sefasından bir görünüm... Şansımdan hava bozdu, bir rüzgar bütün sıcağı aldı, götürdü, terle boğuşmadan kendime ve denize kaldım...

Bu arada küçük bir yaramazlık da yaptım, niyetim kötü değildi tabii, sadece bu güzelliği görmenizi istedim... Denizle birlikte dünyayı unutmuş aşıkları da çektim.... Hani bir roman vardı, İtalyada aşk başkadır, okumuştum bir süre önce... Bence öyle söylememeli, sanırım Antalya'da aşk başkadır..))

antalyada aşıklar

Sadece deniz değil tabii, cicili bicili çarşısısında eski Türk geleneklerini yansıtan kıyafetler, mavi boncuklar, terliklerle yurt içi ve yurt dışı turizmine de en büyük katkısı olan şehirlerimizden biri ANTALYA!...

MAVİ BONCUK KİMDEYSE ESKİ TÜRK GELENEKLERİNE GÖRE TERLİKLER

EŞARP VE TÜRBAN RESİMLERİ ANTALYA ÇARŞILARI RENGARENK

Aslında insanların , sorunlar, koşuşturtma hayatı, başkaları için yaşamalar arasında kendisine arada bir de böyle birkaç saat ayırması herkes için ve kendi mutlulukları için gerekli..

DENİZ VE AKŞAM İŞTE ORASI, ANTALYA

Bence hala ben Antalya'yı görmedim, diyorsanız mutlaka kendinize bir iyilik yapın ve Antalya'ya gidin... Eğer ki Antalya'dayım, bu güzellikleri sizin kadar hissedemedim diyorsanız gözünüzü ve ruhunuzu denize vererek uzun uzun ona bakın, siz onunla konuşmasanız da o size mutlaka bir şeyler söyleyecektir...

21 Ağustos 2008 Perşembe

EŞİM, AŞKIM OLSUN


Bir gün Afyon Yimpaşta geziniyordum, hoş şimdi öyle bir yer de kalmadı ya...Yimpaş bir alışveriş merkezi, herşey dahil olan şu yeni çıkan market türü yerlerden...Aslında hiç bir yeri güzel değildir, beğendiğim bir yer de sayılmaz ama, kitap bölümü her zaman ilgimi çekmiştir... İşte o gün gezinirken bu kitap ilgimi çekti, elime aldım, birkaç sayfasına bakayım dedim., bırakamadım...) Aldım...

Sema Maraşlı, aslında çok bildiğim bir yazar değil, dili sade ve anlaşılır, günlük hayattan, kendinden, sizden ve bizden herşeyi içinde bulabileceğiniz bir kitap bu: Eşim aşkım olsun...23 adet öyküden oluşan bu kitap bence her evli çiftin okuması gereken kitaplardan...Hatta ben kendim okuduğum gibi, okumayı sevmeyen eşimin özellikle her gün yanı başına koyup ilgisini çeksin de okusun diye okumasını sağlamakla bu yaz bir kitap okudum, dedirttim... Sizlere de yürekten tavsiye ederim, özellikle birlikte okunması gereken bir kitap... Kitaptan bölümler yazıp da sizi sıkmayacağım, merak etmeyin, sadece içindeki öyküler kadar her öykünün başına yazılan kısa, özlü sözler de çok anlamlı ve öğretici...Sadece onları size yazmak istiyorum, kitabı alıp okuması da sizden olsun...)


‘ Bir erkeğin karısı sık sık gelip onun dizlerine oturmuyorsa, o erkek karısını tanımakla ve mutlu etmekle böbürlenmemelidir.....’ BALZAC

‘Evililikte eşler önce can canadır,
Sonra yanyanadır,
Sonra sırt sırtadır,
Sonra git öteye süreci başlar... ‘

‘ Kadınlar hayata ancak kalp bağlarıyla tutunurlar...’ STAEL

‘Sevgi ile bulanık ve tortulu sular arı ve duru hale gelir...’ MEVLANA

‘Bütün kadınların birbirine benzediğine inanan erkek,gerçekten evli erkektir...’

‘Mutsuz bir kadın mutlu çocuklar yetiştiremez.Çocuğunun iyi yetişmesini isteyen erkek önce çocuklarının annesini sevsin, onu mutlu etsin ki çocukları da mutlu olsun...’


‘Görgüsüz bir kadın burun tarafı yırtık bir çorap gibi insanı rahatsız eder...’

‘Şah bile sevgiye kuldur, köledir...’ MEVLANA

‘Allah erkeğin eşi ile muhabbet etmesinden memnun olur,bundan dolayı da ikisine de sevap yazar.Ve rızıklarını arttırır...’ Hz. Muhammed

‘Erkekler kadınların hoşuna gidecek sözler söylerse,kadınlar da erkeklerin hoşuna gidecek şeyler söyler...’
De Segure

‘Ünlü ingiliz yazar Bernand Shov’a sormuşlar.
__Dünyanın en çekilmez ve huysuz kadını kimdir?
__Yer yüzünde sanırım bir tek çekilmez ve huysuz kadın vardır!
___Bir tek mi?
___Evet, her erkek onu kendi karısı zanneder...

‘Bir kadın kendi hakkında konuşuyorsa erkek onun sıkıcı olduğunu düşünecektir.Başkaları hakkında konuşuyorsadedikoducu olduğunu düşünecektir.Eğer karşısısındaki erkek hakkında konuşıyorsa,dünyanın en zekive hoş sohbet kadını olduğunu düşünecektir...’ LİNDA SUNSHİNE

‘102 Yaşındaki bir adamla 92 yaşında bir karı_koca boşanmak için hakimin karşısına çıkmış, anlaşamıyoruz, demişler...Hakim:
__Boşanmak için neden bu kadar beklediniz? Diye sormuş
Adam:
__Boşanmamızdan çocuklar olumsuz etkilenmesin diye onların ölmesini bekledik,demiş....


Erkekler hatırlamaz, kadınlar unutmaz....
NE ÇOK TATLI OL, YESİN BİTİRSİNLER
NE ÇOK ACI OL, YESİN TÜKÜRSÜNLER...

Karısı ile senelerdir geçinemeyen adam sonunda intihara karar vermiş.Oturduğu evin çatısına çıkmış...Aşağıda insanlar toplanmış onu vazgeçirmeye çalışıyorlarmış..Karısı üçüncü kattan başını uzatıp seslenmiş:
__Uzatma da karar ver, yemeği bir kişilik mi yapayım, iki kişilik mi?...

Nerde eski aşklar, Ferhat dağ yerine kulağını delmiş,Şirin de feminist olmuş...

Her tarafta evi olan adamın hiçbir yerde evi yoktur...

Aptaldan öpücük alacağına, akıllıdan tokat ye...

Beğenmiyorsan değiştir, değiştiremiyorsan bakış açını değiştir, ama asla şikayet etme....

ferkul

21 ağustos2008

15 Ağustos 2008 Cuma

kadınsan


Kadınsan al eline örgünü, ör!....


Aslında nereden başlayacağımı bilemiyorum... Kadın olmak çoğu zaman susmak demektir dedim az önce bir dostuma, susmasını bilmektir... Sustuğu yerde konuşmak, konuştuğu yerde kelimeleri yerinde harcamaktır... Böyle gördük, böyle öğrendik, belki böyle geldi, böyle gidecek...
Başlangıcı şöyle oldu, çok bilmiş bir ablam var. Dedi ki bana; internette vakit geçireceğine, örgü ör, dantel, elişi yap... Boşuna vakit kaybı... Bir yandan da hırsını oğluna ördüğü çeyizden çıkarırcasına hızlı hızlı örerken, ellerine baktım, takip edemedim, hızına yetişemedim... Evet...Stres atmanın en iyi yolllarından biri örgü örmektir... Yakışanı budur... Ne kazandırıyor sana saatlerce blog blog gezip, internette vakit harcamak, kimsenin okumadığı yazılar yazmak, bazan özelini isyanla haykırmak, acını klavyeye dökmek, sevincini ortaya saçıp bırakmak?... Kadın olmak susmak demektir.... Özelini, bütün çıplaklığıyla şiirler ve yazılarla dile getirmek yakışır mı, ör örgünü, kazakta, dantelde görünmez çıplaklığın?... Doğruluk payınının olduğunu biliyorum biraz da olsa.... Örgü örmek, tığ ve şiş bayanların en yakın ve vefalı dostu olmuştur genellikle...Amaaa ille de bayanım diye niye örgü öreyim?... Hem ille de bana yakışan örgü örmek mi, ben ne anlarım örgüden, bir tarafı yere bakar ben örerken, diğer tarafı göğe?... Niçin elime kalem yakışmasın?.. Mutlaka bir şiş, bir tığ, bir parça ip mi olmalı bana, beni anlatacak?... Her nerede ve nasılsam, nerede olmak istiyorsam, niçin olamıyorum?.. Stres dediğin bayana ve erkeğe göre değişir mi?.. Niçin yazmamalıyım?.. İnternet veya bütün sosyal aktiviteler niçin bizlere yakıştırılmıyor?...


Bütün zamanlar boyunca nerede en güzel aktiveteler varsa erkekleri en başta gördük yıllarca... Bu bizi yükseltti mi, susmak ve örtünmüş kelimelerin arkasına gizlenmek toplumları yüceltti mi?... Dikkat edin , okey oynarken, sohbet odalarında gezinirken, forum sayfalarını okurken bakın, çoğu bayandır.... Ve sonra, blog dünyası açıldı internette....Az önce okuduğum bir makalede blog adının e_günlük olarak Türkçeleştirilmesi gerektiğini yazmış değerli bir yazarımız... Eleştirdiğini düşündüğü blog veya e_günlük dediği sayfaların insanlarının, hatta bayanların diyeyim, hayatına ne kadar çok girdiğini henüz keşfedememiş bence... İnsanlar bloglarıyla yüreklerini konuşturmaya başladıkca bayanların bakış açısı değişti.... Blog sahiplerinin de çoğu bayan... Elbette bayan ruhunu sayfaya olduğu gibi yerleştiren, tamamen cicili bicili albenili sayfalar hazırlayanlar da var, olacak, onlar da yüreğini süslenmiş sayfalara bırakacak.... Rengarenk örnekler var artık blog sayfalarında... Artık elinde örgü, yemek programları, evlilik programları izleyen bayanlar kalmadı... Şimdi evinde yemeğini yaparken kendi blog sayfasına kaç kişi girmiş, yazdığı yazıyı kaç kişi okumuş, kimler ne yazmış, bu yemeğin tarifini hangi blogda daha güzel bir şekilde bulabilirim diyen bayanlar var.... Hatta öreceği kazağın, dantelin modelini internet sayfalarında bulmayı öğrenmiş, evinde ve odasında kendi haline yaşayan ilkokul mezunu bir bayanken yazmayı hedef edinmiş, kendini ve yaşamını sayfalarda görenler çoğalıyor gitgide... Dikkat ettim, örgü ve yemek sayfaları, blogları ve günlükleri ana haber sayfalarından daha çok ziyaret ediliyor.... Zamanla örgüyü günlüğe çeviren, anlatan ve konuşan kadınlara dönüşecek hepsi... Mutlu kadınlar.... Mutluluğunu suskunlukta değil, konuşmakta ve paylaşmakta bulmayı amaç edinmiş kadınlar... Huzurlu evler, neşeli yollar, sokaklar, neşeli çocuklar, neşeli bir gelecek....


Peki, nereye kadar, diyeceksiniz?..Giiitiiği yere kadaaar, kadın kadın olduğunun, ben olduğunun farkına varıncaya kadaaar... Toplumu oluşturan, geleceğe yön veren çocuklar yetiştiriyorsak önce biz, kim olduğumuzu görmeliyiz.... Kendini hiçbir aynada göremeyen, yerini bilmeyen, kendini bulamayan bayanların çok olduğu bir toplumun geleceği ne kadar parlak olur?... Güzel örgü kazaklar giyen, dantel, fisto takımları içinde uyuyamayan, ruhsal sorunlar içinde büyüyen bir gençliğe mi evet?... Hayır!...Bence en çok bayanlar yazmalı, en çok onlar katılmalı, toplumları toplum yapan, refaha ve huzura ileten kadınların mutluluğudur, niçin önce kendimiz hemcinslerimizi sınırlayarak, kınayarak ve daraltarak önünü kesiyor ve eline verdiği yarım kazağı bitirmesini istiyoruz?... Varsın çocuklarımız fabrikalarda hazırlanmış uyku setlerinde rahat uyusunlar, varsın fabrika işi kazakları içinde gülen yüzleriyle aydınlatsınlar içimizi, ferahlatsınlar....


Şimdiii, bu ferkul amma da feministmiş ya, diyecekler bana...Feminist filan da değilim aslında ya hani, çağrışım da yaptırmıyor değil tabii bu cümleler ilk okuyan kişinin düşüncelerine... Bence insan , insan olduğunun farkındaysa gruplar ve böyle gelmiş, böyle gideceklerin dışında bir dünyayı keşfetmeli....Böyle bir dünyayı kimse eliyle sunmuyor, sen açarsan kapının tokmağını çevirirsen , kapı açılıyor...


Önce insanım, sonra da kadın...Sustuğum yerde konuşmayı da bilirim...Ya siz?...


ferkul
15 ağustos 2008
03.18

6 Ağustos 2008 Çarşamba

çok şey var söylenecek



Gecelere sakladım kendimi
Karanlık günlerde kaybolan düşleri
Ve hatta bütün siyah beyaz renkleri
Yeşile , maviye boyanmış
Bir sandığa gizledim şiirlerimi...
Geçmişten, gelecekten ,
Umuttan bahsederek
Çok var söylenecek...
Gözlerinize bakmadan
Yüreğinize dokunmadan
Bizi anlatacağım
Yine size sığınacağım..

Bir taş atıp denize
Geçip giden zamandan,
Olmuşlardan değil, olmazlardan
Aynalardan bahsetmeden
Su serpmek için yüreğinize
Baharlar getireceğim...

Ne gittiğim yollarda düştüm
Ne de yanlıştan döndüm
Hala burdayım
Çok şey var söylenecek
Bitmedi işim..
ferkul
29 mart 2008