Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2019 Pazartesi

yaşa bakar mı?

1 yaşımda olsaydım; ayrılmazdım annemin memesinden. Kokusunu çekerdim içime, başka kokulardan bîhaber. Sadece onun gözlerine bakardım, sadece ona gülümser, başka insanları görünce, dokunan elleri iter, yine korkar, ağlardım. 

5 yaşımda olsaydım; yine evcilik oynamaz, konuşurdum ağaç dallarından yapılmış bebeğimle. Kardeşlerime sarılırdım hiç incinmeyecek gibi, masumiyeti hiç kaybetmeyecek gibi, saf ve temiz, kirlenmemiş bir sevgiyle, gülümserdim.

10 yaşımda olsaydım; yine Kemalettin Tuğcu kitaplarını okur, yine öğretmen kitap istedi diye kandırırdım babamı, hikaye kitaplarını doldururdum koltuğumun altına. 

Ders aralarında yalnız başına okulun etrafını dolanan kız yerine, ip atlayan, koşan ve hiç düşünmeyen bir çocuk olurdum. Katılırdım elma şekerinden nasibini almış, yüzünde göz izi olmayan çocuklara. Kimbilir belki zilleri çalar çalar kaçardık da mahallede. 


20 yaşımda olsaydım; şiir okuyup ezberlemektense, şiirin içinde olup yaşamayı tercih ederdim. Koltuğumun altında taşıdığım kitapları kenara koyup yaşıtlarım gibi gülünmeyecek şeylere kahkahalar atardım, annemin kızacağını bile bile. Çünkü annem; " kız kısmı yüksek sesle gülmez " diye çok kızmıştı bir keresinde. Olsun, gülerdim onsekizlik dişimle, sonuna kadar. "Gülmek gibisi var mı be anne, haydi birlikte kahkahalar fırlatalım gökyüzüne, elalem kahkaha görsün, tek gülelim, yeter ki" , derdim . Süpürgenin fırçasını yemeyi göze alarak hem de😊.

Daha çok dua eder, daha çok yakarırdım yaradana, önümdeki yılların teslimiyetiyle daha çok dilek ve hayal kurar, umutla beklerdim geleceği. Bıkmadan, usanmadan dilerdim, sevilen sevenin isteğini geri çevirir mi?

30 yaşımda olsaydım; daha bir tartardım hayatı, affetmeyi yine bilsem de, ikinci şansı vermezdim kimseye. 50' sinde pişmanlık yaşamamak için, nasılsa affeder, nasılsa kıyamaz diye, kırılmazdım. Bir milyonuncu kez yeniden başlamazdım kalp kırıklarını toplamaya.
40 yaşımda olsaydım yine, yine, yeniden yazmayı seçerdim, sorgulamaktansa hayatı, sade ve yalın, yazmayı. Bu defa huzuru yazardım, merhametin insana ne kadar yakıştığından, çayın yanına şeker diyerek eklenecek gerçek dostlukların güzelliğinden de bahsederdim belki. Denize kıyısı olan mavi bir dalga da olurdum , kimbilir? Pencere önünde bir çiçek olmaktansa, çiçeğe konan bir kumru olurdum belki de. Daha çok mutluluktan bahseden, sevgiye ve aşka dair, safiyet yüklü yazılar, günlükler, şiirler kuşatırdı dünyamı.
50 yaşımda olsaydım. Daha çok inanıp daha çok kanabilmek isterdim insanlara.20 yaşın masumiyetiyle aldanıvermek sıcak bir merhabaya. Kurutmamak çiçekleri dalında.Kin birikmemiş bir kaç kalp yeterdi aslında. Eskimeyi bilmeyen yüreklere serperdim umudu, ağarmış saçlara, kırışmaya yüz tutmuş yüze inat.

Şimdi, 51 yaşımda. 51 kez biriktirdiğim taşları birer birer yürüdüğüm yollara döşüyorum tek tek. 51 kere değil 80 sene de yaşasam yanıldıklarımı yeniden ve hep yine yanılarak , yaşadıklarımdan öğrendiklerimle aynı "ferkul" olurum sanırım.


Yaşa/ma/mışlığı sorgulamaktan öteye gidebilmek isterdim aslında ömür kalırsa yaşanacak günlerde. 


Hayatta pişmanlıklara yer yok.Yaşadın mı günahıyla sevabıyla barışık yaşayacaksın kendinle. Önce kendini seveceksin. Kendini bileceksin. Merhameti ve sevgiyi, yaradanın emanetini toprağa eker gibi, bütün taşıdığın yıllara, yürüdüğün yollara, serpeceksin. Tek tek, usanmadan yanıla yanıla yanılmamayı, yaşadıkça sevmeyi , sevdikçe yaşamayı çözeceksin.

Sonrası?...


.

ferkul


2ağustos2019
02.18

Hiç yorum yok: