Bu Blogda Ara

14 Ekim 2020 Çarşamba

Çok mu geç kaldım

 


7' sinde kekemeydim.( Hâlâ biraz yavaştan söyler dilim, çoktan aza seçmeli.)

İlk kitapla konuşmayı öğrendim. Hayâl etmeyi, düşlemeyi . Düşünmeyi ve ayırt etmeyi. Ayrıntılara takılıp bütünden uzaklaşmayı. Ağaçtan çok dalına konmayı, yaprağına dokunmayı. Gökteki kuştan çok kanadına, kanadındaki yaraya takılmayı .

10 yaşındayken 25 gibiydim. 25' inde 50. Hep bir ileri iki geri. İki geri bir ileri. 35' inde fark ettim herkes gibi olmamayı. Yaşamaktan çok, ayırt etmekle geçen zamanı yakalamayı.

18'ine kadar beceremediklerimden başlamak istedim ilk önce, yaşamı silbaştan sıralamayı. Bisiklette dengede durmayı öğrendim en başta.( Ki, en çok dilediğimdi.) Sürmeyi, hızlanmayı ve yavaşlamayı. Düştüm kalktım, parçalandı dizlerim. Kalktım ayağa, umursamadan kanamayı; " illa ki de, kaçmadan kendimi yakalamalı; öğrenmeli".

Sonra bütün yokuşlar benim. Çünkü yokuş dediğin hem çıkmak hem de inmek için. Bazen de tırmanmak için. Çocuklar koştu peşimden yüzleri değil, yürekleri bana benzeyen. Birlikte bastık frene, birlikte aştık kaldırımları. Yalnız, öğrenemedim bir türlü köşeyi dönmeyi. Hâlâ yollarım dümdüz. Benim için her gece, gündüz...

40' ımda tutturdum bir 'korkmuyorum' şarkısı, bütün o tedirgin korkulara inat bastım debriyaja çektim bir vitesini otomobilin. Vurdum gaza." Korkmuyorum, korkmuyorum!" derken iki araba pert etti dalgın başım. Hep kesikti, hiç uzamadı saçım. Yine kalktım ayağa, çünkü benim yolum; hep düşmeli, kalkmalı... Sokaklar, caddeler boyu bir yavaş sürücü, arkamda kornalar, gergin asabî komşu arabalar... Tekerlekler isyanda...🙂

Sonra konuşmayı öğrendim, dik durmayı. Yalana dolana, olana olmuşa, zamana ve insana, her şeye 'evet'e isyanı. Kırmamaya rağmen kırılmayı. Rüzgâra karşı durmayı " es kara bağrıma, es!" , diyerek direnmeyi. Sükûttan medet ummamayı. Çünkü bazen de dil, yazmayı bırakmalı, söylemeli.

50' sinde bir çoçuğum şimdi. Bazen bir bisiklete açıyorum kollarımı. Bazen ağır aksak adımlarla kilometrelerce arşınlıyorum kaldırımları. Bazen gökyüzünde süzülen kuşlara bakıyorum; kanatlarından bağımsız. Hem yaralı, hem ağrısız.

Artık dallar değil, ağaçlar söylüyor rüzgârın şarkısını. Gün, sabah çiçeklerinin kokusuyla gülümsüyor. Akşam, ayın yıldıza söylediği türküyle demleniyor çayım.

Döndüm baktım, hiç yaşanmamış yıllarım. Hiç de samimî bakmamışım aynaya. Kapanıp da açılmamış kapıları, gözlerimin içindeki kahverengiye çalan siyaha.

Çok mu geç kaldım hayatı en ucundan tutup da sımsıkı; ellerimle değil, kollarımla yakalamaya?

............................

ferkul

7 eylül 2020
14.00

 

Hiç yorum yok: