Bu Blogda Ara

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Ve umuda




ACIYA AĞIT....


Gün yüzü görmüş çocuklar olmadık hiç bir zaman, günyüzlü olmayı öğrenmedik, doğan güne verip sırtımızı, yürümedik hiç gülen gözlerle... Ay güneşe verirken kendini, ışığına kanmadık, sıcağında kavrulmadık, şefkatinde yoğrulmadık...Yakışıksız bir yaşamaktı bildiğimiz, yürürsün, koşarsın ve hala bitmez yolun... Gide gide kilometreler katatsen de bazan bir bakarsın yolun başındasındır, başa çekersin kendini, yine yeni, ve yeniden...

Ne düşünsen, ne yapsan, ne yaşasan, acıtıyor olanlar, olmuşlara esirlenmek, bile bile teslim olmak... Kanıyor her yanımdan, damla damla, durdurulmaz ve önü kesilmez, pansuman fayda etmez... İçimden geliyor, susturamadığım, durduramadığım, tazeliğinden ödün vermeyen, oluk oluk, fışkıran kırmızı bir kan... Acımak ve sevmek , acıtmak ve kine karışmak,acı ve hüzün,geçmiş ve gelecek, hepsi birden toplu olarak geliyor üzerime, hayata ve zamana yenilmek... Halbuki gün yüzlü olmadık ki hiç, günü karşılamadık ki gülümseyerek... Böyleyken niye dokundu , niye acıyor her yanım?..

Alıştığımız ve kandığımız bir şeydi yaşamak... Yine de kan damlıyor, yaralar her yanımızdan çevrelemiş, kuşatılmışız da, hep mi böyleydi, biz mi görmemiştik, böyle mi olmalıydılara dalabiliyorum hala... Halbuki günyüzlü bir çocuk bile yaşatmamıştım içimde, bütün fırtınalara hazırım, alışkınım sanmıştım, göğsümü gere gere savaşmayı bilirim sanmıştım, sanmalara yenildim, zamana ve kadere, mücadeleden çekiliyorum... Çekilmesen ne olur, kadere ve olacaklara karşı ne yapılabilir?.. Bilebilir miyim kırk yıl düşünsem, çözebilir miyim?.. Olanlardan ve yaşanmışlıklardan güç birktirmişim sanıyordum aslında... Hala nasıl acıyor, nasıl kanayabilir bu kadar coşkunca kırmızı, nasıl akar kanım?...

İçimden geliyor, ya ağlayacağım dokunmadan, ya yazacağım...

Ben yazmayı seçtim, yazmayı yaşamaktan saymışsam, halimden anlar kağıt dedim, kalemi can dostum bildim dedim, bir de klavyem... Şaşırtmaz beni, yargılamaz, sorgulamaz... Bu sefer , bu kez bu yazıyı, bana yazıyorum, süslemeden, sakınmadan, saklamadan, ama biraz cekingen biraz ürkek bir kedi gibi şaşkın, çaresiz hastalıklara ve ölüme yakınlıklara karşı elinden hiç bir şey gelmeden, günyüzü görmemiş yüzleri aynada saklamadan, belki rahatlamak, belki güç bilenmek için, içimi döküyorum... Ben kendimi, kendim yargılarken, belki kalemim konuşur sadece... Hüznü savurur beyaz bir sayfaya kan kırmızı, belki arınırım, belki hafiflerim, belki olan ve olmuşlara gözümü kapatamasam da, bir film sahnesinden çıkmış gibi, geçiverir zor günler, geceler.... Seyrederim el gibi.... Bu mu benim tercihim?.. Böyle bir şey midir kendinden ve hayattan kaçmak?...

Bir mesaj yazdım az önce dostuma, can bildiğim, fikrinden güç aldığım, benden bir kaleme...
Bir odada felç olarak yaşamaktansa ölmeyi planlayan bir babam, ötekinde kalbi yavaşlayan bir annem var, dedim... Hangisinden vazgeçilir, hangisine dayanılır ki!...

Dayan dedi dostum, dayan, kendinden güç alarak yaşa, ve sabır senin silahın olsun... Kuşan, hazırlan ve ağlama, yaz...

Nasıl yazılır, nereden başlanır, nerede bitirilir ve nasıl anlatılır ki, gün yüzü görmemiş ve hatta göstermemiş insanların tükenişi nasıl ortaya dökülür ki?... Sadece kan; gördüğüm, seçebildiğim ve seçilmişliğini kavrayabildiğim, kırmızı ve çoşkun akıyor, kanıyor ve acıtıyor...

Gün yüzü görmüş çocuklar olmadık hiçbir zaman ve büyükler de olamadık günden ve geceden nasibini almış... Bitirelim nerede ve nasıl yaşanmışsa, olduğu gibi, güne açılsın kollarım...

Ve umuda, hala vardıysa ve gitmediyse bir yerlere, haykırırcasına, ara ve bul!...Ben de buradayım!...


ferkul
3 temmuz2008
01.37

Hiç yorum yok: