Bu Blogda Ara

30 Ağustos 2017 Çarşamba

ÖMÜR TÖRPÜSÜ



Bilmezler yaşamayanlar, anlamazlar nasıl yalnızdır kalabalıklarda  insan,  nasıl bir özlemektir o kokusu yalnızlığın. Burnunun direği sızlar, gözünün bebeği  söner de fark edemezsin. Seyredersin öylece geçip gidenleri, bir tren geçer, belki bir vapur, inenler , binenler, martılar ve sirenler çığlık çığlığa. Görüp de bilmez gibi, dönüp de bakmaz gibi, bekleyip de gelmez gibi, sonu olmaz yalnızın. 

Bilmezler  nasıl  susarsın en çok konuşmaya susadığın anda. Bir çok kelime dönüp dolaşırken beyninde, söylediklerin öyle ; havadan, sudan, siyahtan, beyazdan, hep  aynı sıradan, sabahı aynı, akşamı aynı  harflerden örülü dünyan.  Bilinmez  ki en çok neye susar insan, yaşarken, koşarken, konuşurken, hele de  yürürken caddelerce, kilometrelerce susarak, susayarak her adımında. 


Bilmezler yaşamayanlar, nasıl geçilir karanlıktan aydınlığa. Nasıl ürperirse bir küçük köpek yavrusu gecenin karanlığında önünden geçip gidene,  yırtarsa karanlığı sesiyle, öyledir susmaların. Sessizliğinde  saklı haykırışların, isyanın. Belki ondandır yaşanmayana, yaşanmışlıklara sitemin, darılışın, küsüşün kendine, kimseden yok şikayetin.

Bilmezler yaşamayanlar bitmez tükenmez iç sesini  yalnızlığın. O tek başına kalmışlığı uçsuz bucaksız ovanın orta yerinde,  bilmezler. Bir  çoklarından çok defa kaçışın verdiği hüznü, oturup bir gece yarısı kaleme sarılışını şairin.  Bilmezler  hayatını kalemden seçmişler nasıl yalnızdır içlerinde, dışarısı düğün, dernek, içeride hiç yoktan bir ölmüşlük Bilmezler şairin yükünü, taşınır mı taşınmaz mı, ağır mı, kaldırılmaz mı?



Bilmezler yaşamayanlar, hasreti , özlemeyi,  yaz sıcağında  sıladayken  gurbetliğin herkesi varken kimsesizliğinin  o zemheri ayazını. Ellerin üşür, parmak uçların dona keser kavuran güneşin altında, ısıtmaz hiçbir sözü yabanın, ısınamayan yürek, sevmeden, sevilmeden geçip gidiveren yıllar, dost, kardeş, yar, yaren bildiğinin adresi var mı  vefasızlığın? Azalmaz, çoğalır hasretin , yanındayken yabancı olana, dostum deyip sırtından vurana. Gözlerinin kenarında beliriveren kırışık ve insanın içini donduran o hüzün,  nasıl üşütür adamı, bilinmez.



Bilmezler yaşamayanlar beklemeyi, hep yarınlarda takılı kalır gözlerin, akşamın   kızıllığında hapsedilmiş bakışlarda, çalınmayan kapılarda, girilmeyen evlerde. Açılmayan perdelerde. Hepsi   hepsi  bir beklemek türküsü, ömrün törpüsü.



Halbuki giden gitmiştir, gerisi hep hikayedir. Beklemenin anlamı gelecek olanda değil,
ümidindedir. Ki o ümitler ne şairler doğurur, bilmezler.



Bilmezler inanmayanlar, onca yalnızlığın, bekleyişin, yaşamamışlığın  teslimiyetini,  yoktan var edenden bilmeyi.  Sabırı,  şükürü, kaderi, kadersizliği. El açıp yaradandan  dilemeyi. Bilinmez inanmadan, yaşamadan, gelmeyeceğini bile bile  beklemeden, kaleme sarılmadan, dosttan düşmandan kopmadan,  susmadan, kendi kendine darılmadan, küsmeden, uzaklaşmadan , senin sen olamadığını.





Bilmezler yaşamayanlar ,  anlamaz seni.





.





ferkul

19 ağustos2017

02:48

Hiç yorum yok: