Duyuyorum, Okuyorum, Yazıyorum....
Bugünlerde yazmakta zorlanıyorum, sanırım biraz da okunur
olmaktaki endişelerim buna sebep... Sanki biraz daha fazla okunduğumu
hissetsem, okurlarımdan bir ışık, bir ses duysam diyorum... Halbuki blog; kendi
kendine konuşur gibi yazma işi aslında... Okunsun veya okunmasın, insan yazdıkça
çoğalıyorsa, önce kendi için yazmalı, bütünleşiyorsa yazdıklarıyla, yazmalı,
bırakmamalı.... Bunu çoğu zaman unutuyorum.... İnternette bir blog sayfanız
varsa, zaman zaman ziyaretçi ve okur trafiğinin düşmesi veya artması, bazan
şaşılır derecede hiç okunmama duygusuna kapılmak çok doğal ve normal iştir,
bunu gözardı ederek sık sık ve sadece kendine yazıyormuş gibi herkese,
yazabilirsiniz, boş kuyuya taş atttığınızı hissetseniz de zaman zaman; taş
yerini bulur aslında... Bir kişi bile
sizin duyduklarınızı işitse, kendinden bilse, değer verip okuyarak sizi içinde
hissetse yeterli aslında... Ama daha çok okunma hırsı, sanırım alıp götürüyor
insanı; bazan hüsrana, bazan
rüzgarına...
Bir duygu insanıysanız, her şeyi ince eler, sık dokur,ayrıntılara
çok takılırsınız... Ve en iyisini yapmak istersiniz... Sizin için iyi olan, bir
başkası için kötü olabildiği gibi,sizin kötü dediğiniz beğenip de
okumadığınızı, bir başkası alıp en yukarılara sürükleyebilir.... Bunu çoğu
zaman yazınca; hissediyorum, tam da bu oldu, ben kendim bunu beğendim dediğim
bir yazıyı çoğu zaman sıcak bulmuyor okur... Ya da tam olmadı bu yazı diyorsun,
bir bakıyorsun çoğu insan kendi resmini yazıda görmüş, aynada kendini görüyormuşcasına
kapılıp gitmiş yazının akışına...Yazmak ve okunmak, zor iş aslında... Bilinmeyen bir yolda ansızın daha
önce yürümüş gezmiş ve bulunmuş olma hissi gibi, ya da kaybolmuşluğun orasında
bulmuş gibi kendini....
Bugünlerde dikkat ediyorum, okumak ve okunmak, siyaset ve
yemek tarifleri, magazin haberleriyle doğru orantılı...Kimse duygularını ortaya
saçmış birini okumaktan yana değil... Ya da önüne serilmiş bir şiir demetini
elinin tersiyle itiyormuş gibi insanlar... Hatta duygusallığın hafife
alındığını görüyorum toplumda... Geçen gün bir arkadaşım, neredeyse benim
yanımda, şiir yazan, deneme yazan birinin
dedikodusunu yapıyordu, dinlemekten utandım.... Böyle bir toplumda,
duygu insanı olmak ne zor, saklanmak mı gerek?...
Duyguları bu kadar hiçe saymak, küçümsemek, kendi ruhundaki
fırtınaları dindirmeye yarar mı?... Halbuki;
duygu her zaman bir parça küçük bir dünya
yaratmak demektir, ruhumuzda hissettiğimiz, kendimizden saydığımız her şeydir
duygu dediklerimiz... Gerçek hayatın meşgaleleri ve maddeciliği içinde
unuttuğumuz en güzel şey ve olmalı, her zaman yaşanmak ve yaşatmak için,
yaşamanın bir anlamı olması için...
Başlamak başarmanın yarısıysa, çoktan başladım ben, okumaya
ve yazmaya... İnsanlar yazdıkça ve okudukça dünya küçülecek, duygulandıkça
çoğalacak sevgi, barışa , şefkate ve dostluğa açılacak kapılar... Biliyorum,
bunu her okuduğum ve yazdığım cümlede hissetmekten gurur duyuyorum...
Ne mutlu bana!... Ne mutlu ki Duygusalım!... Duyduğumu,
duymadığımı, hissettiğimi, hissedemediğimi, olanı, olmayanı, gerçeği ve yalanı,
mevsimi, mevsimsizliği, bazan hiç yaşanmamış bir baharı, bazen yaşanmış ve
yaşanılacak anı,çoğunlukla beni, bizi, sizi; yazıyorum ve okuyorum!..
Var mı daha ötesi?...
ferkul
2mayıs 2010
01.02
3 yorum:
Değerli Arkadaşım,
Bütünüyle öyle güzeldi ki yazınız,
düşünerek, duygulanarak,zevk alarak okudum... Sanırım insanlar artık , günlük hayatın karmaşası içinde daha farklı alanlara kaydılar.
Ben her yazınızı okuduğum gibi, beni okuyan arkadaşlarıma da en sevdiğim blog olarak şiirimsi'yi önerdim.Biliyorum ki "izler" görünmeseler de okuyorlar ve çok beğeniyorlar.
Keşke atılan bütün "taşlar" sizinki gibi olsa... ben onlar'ı birer "mücevher" gibi değerini
bilerek saklıyorum.Selamlar...
kimse okumasa bile bilki nanekokusu olarak ben burdayım yeterki yazmaya devamet ne olur.duygulu yazılarından mahrum etme beni şevkin kırılmasın hiç sevgili arkadaşım...kalemin susmasın.. nanekokusu
"Bir duygu insanıysanız, her şeyi ince eler, sık dokur, ayrıntılara çok takılırsınız..." demişsiniz.
gizlenir kalırım ayrıntılarda
... bir akşamsefası gibi ben
niye kapanırım ki, gündüzleyin?
ve niye açılırsam birkaç gül yaprağınca aynı dalda: akşamlara ve en çok da gecelere ve hele sabahlara...
ağlayınca bulut, yerdeki bir dala... yaprağa...
ne sarı duygular kalır ortada
ne de kızıl ayrıntılar...
gün, göremediğiniz bir yüz için gider de batar: ve takılır da kalır bile şiirdeki bir yıldıza...
yolunuz mutfağınıza düşer...
düştekilere benzer bir kahve içimliğine... ölmezsiniz!
kokusuyla kahvenin... düşe dalar... bir insan ararsınız!
düşünen, taşınan: iki kişilik bir kahve yaparken bile...
yalnızlığını düşünen...
yalnızlığını taşıyan!
birini ararsınız.
özlemini duyarsınız: unuttuğunuz!
unutturduğunuz her şeyin!
biraz da uzun yaşadıysanız
ya da öyle olduğunu sanıyorsanız...
ince eleyip, sık dokuduğunuz birçok şeyi: tutar da, hiç de gerekli değilken, en kaba çizgilerde ararsınız...
'şiirimsi şeyler' gelir takılır aklınıza...
işte o zaman: kabalıklara gizleneni bile, ayrıntılarda ararsınız...
Yorum Gönder