Mutsuzluğun yazarıyım… Dibine kadar fukarayım, boğaza
takılıp kalmış bir yumruk gibi kelimelerim… Bir yerde tıkanık bir su, bir yerde
dağ başı yalnızlıkları… Acıyı ve hasreti, aydınlığa ve denize özlemi, bazen
sevgiyi ve sevgisizliği, bazen kuyuya düşmüş bir silüetin çaresizliğini, hayatı
ve hayatsızlığı, olmamışlığın ve yaşanmamışlığın fakirliğini yazıyorum… Var
olmamış sevdaların, bir türlü kavuşulmayanın, ayrılığın, hasretin ve acının,
yükün ve yüksüzlüğün ağırlığı bende… Bende ışığı olup da aydınlanmayan evlerin
karanlığı, duman tütmeyen bacaların bunğunluğu… Dondurucu kış gecelerinde yere
düşen çiy tanesi cümlelerim… Biliyorum kolay
iş mutsuzluğu yazmak, okuru gülümsetmek ve umudu dile getirmek, mutluluğun
kelimelerini bulmak zor olanı… Belki _ mış gibi yaşamayı bilemediğimden… Belki
de var ile yok arasında kalmışlığındandır yalnızlık dediğim adsız kahramanın
dili, yaşanmış ve yaşanmamışlıkların, yaşanabilirliğine isyanıdır her yazdığım…
Belki de umudun ellerinden tutmuşluğum
olmadı hiç… Hüzün ve acıyı bildiğim kadar, neşeyi de bilirim aslında… İnsanın
içine işleyen gülümselerim de olmuştur çoğu zaman… Yaşadığım kadar küçük
anlardan sevinebilen bir insanım halbuki… Bazen kırmızı bir gül, bazen sadece
bir güneşin ışığı ve sıcaklığı yetiverir aslında aydınlanmama… Ama ışığı ve
beyazı yansıtamıyorum kalemime, iyi günlerde bitiyor sanki mürekkebi, tükeniyor
sanki yazmak hastalığım... Kötü günlerin şairiyim, acının ve koyu renklerin
ressamıyım hep… Beyazı ve pembeyi, hatta kırmızıyı konuşturmak zor olanı, hayat
denilen tuvalde resmetmek zor mutluluğu, yazabilmek zor yaşamayınca…
Kolayına kaçıyorum işin vesselam, zor iş mutluluğun resmini
yazıya dökmek, zor iş renkleri
salıvermek özgürce, sereserpe dökülüvermesi neşenin, sevincin beyaz bir kağıda…
Zor iş mutluluğu yazabilmek…
( Var_dı da biz mi
yazmadık?.. Vardı da bir Eyfel kulesi
yaşadığımız şehirde, biz mi çıkmadık?... Bir uzun boğaz köprüsü vardı da oturup
karşısında bir çay bahçesine biz mi seyretmedik?.. Bir dost bakış bulduk da şu
kocaman dünyada yalansız, çıkarsız; selam mı vermedik?... Bir deniz vardı da
akşamüstü çıkıp dalgalara dert mi yanmadık?... Vardı da sevda dedikleri biz mi
yanmadık?...
Böylesi bir hayat sinemasında, nasıl nüksetmez yazmak
hastalığı?...)
ferkul
5aralık2011
19:30
salı
2 yorum:
Ben sadece yazılı ve blogunuza iyice zevk alıyorum , diyelim ki ne vardı o kadar toplamı olacak sanırım böylece blogunuza ( çok uzun ) benim ilk yorum yedik gibi Hmm görünür . Ben de kalkınan bir blog blogger ama ben hala her şeyi yeni duyuyorum . Acemi blog yazarları için herhangi bir ipucu var mı ? Ben kesinlikle takdir ediyorum.
Hello. And Bye Marry. IT was nice to see you at this sweet suger house.
Yorum Gönder