İşte
yine öyle dargın günlerden bir gün... Dikkat ediyorum da, insanlar
daraldıkça yazmaya, bunaldıkça konuşmaya, kangrene dönüşmüşse her şey
hayatında; susmaya sarılıyor... Dönüyor devran ve her zaman gitgide
artan bir coşku şeklinde hüzün... Sokaklara, yüzlere, gözlere sinmiş,
saklanmış iki dudağın arasına... Sonunda sayfalara, ekranlara,mısralara
dökülüyor; farkında olmadan, yaşarken yazıyorsun...
Düşünüyorum
da hep şikayet ettiğimiz stres ve hayatın beğenmediğimiz yönleri,
istemediğimiz her şey; olmasaydı yazılır mıydı şiir, roman ve
hikayeler?.. Zor olan bir yaşamı yansıtmasaydı herhangi bir film,
izlenir miydi, dersiniz?.. Bence hüzün ve acı, besliyor hepsini,
beslendikçe büyüyor, büyüdükçe küçülüyor, küçüldükçe dökülüyorsun
satırlara... Ve sanırım nefes almaya devam ettikçe bitmeyecek bu
serüven...
Ya
deniz, dalgası olmasaydı deniz, olur muydu, kabarır mıydı, öylesine gür
çıkar mıydı sesi, bu kadar mavi olabilir miydi rengi?.. Okyanusa
karışır mıydı, dalgaları bir kıyıya çarpmasaydı?.. Her dalga kıyıya
çarpmak içindir aslında... Ve her deniz, dalgasıyla güzel...
Her gecenin bir sabahı olmasaydı, karanlıkların bir anlamı olur muydu?.. Yıldızsız bir mehtap, düşünülür müydü?..
Galiba,
hayat bu... Acı, tatlı, güzel, çirkin, aydınlık ve karanlık, hepsi
beraber, birlikteyken var olmaya mahkum... Yaşadıkça öğreniyorsun,
öğrendikçe yaşlanıyorsun, yaşlandıkça yaşamayı her şeyiyle
kabulleniyorsun...
Ve tükendikçe, tükettikçe kelimeleri, çoğaltmak için, birleştirmek için parçaları, yazıyorsun... Yazdıkça; yaşıyorsun...
ferkul
8şubat2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder