Renklerin duygularla ilgili bir dili
olduğunu düşünürüm her zaman... Sessiz sedasız yer alsalar da
hayatımızın etrafında, konuşmadan söyleyen bir dili...
Beyaz; acıyı ve hüznü çağrıştırır... Hani
çoğu zaman saflığı da deriz ya,hakikaten saftır zaten acı da, hüzün
de... Katışıksızdır, içinde çok şeyle birlikte yalın bir hiç bir şeyi
barındırır... Bazen o hiçliğinde bulursun kendini, yakalayıverirsin tam
ortasında...
Sarı; şefkatin rengidir... Masumiyetin,
çocuksu bir coşku içinde sarıyla gülümsersin dünyaya...Özlemin de,
hasretin de rengi sarıdır, yazdan sonra kışa dönüşen yaprakların
rengiyle, kış gelmeden yazı özlemek gibi... Baharı düşlemek gibi...
Pembe, elbette ki mutluluğun rengi,
huzurun, sevincin, tebessümün, iyimserliğin... Başka bir anlamı olamaz
bence zaten... Aydınlığa doğru umutla çağrıştıran bir huzur hissedersin
pembe ile...
Siyah; bir çok şeyi birden barındırabilir
içinde... Nefret kadar güçlü, sevgi kadar derin bir duygudur... Bazen
umutsuzluk, bazen karamsarlık, bazen da bir iç huzuru verir... O yüzden
tam net bir duygu diyemeyiz siyahın rengine... Tıpkı siyah gözlerde
bulduğumuz o aydınlanma içgüdüsü gibi...
Mavi; dinginliğin resmidir, denizin içinden
gelen dünya güzeli bir peri kızının verdiği dinginlik... Konuşma
arzusu ve suskunluğun aynı anda hissedilebildiği bir dinleniş, durgunluk
duygusu... Bomboş bir gökyüzüne bakarken denizle mavinin göğe çıkışı
kadar mucizevi bir his...
Yeşil; inancın, inanma denilen o yüce
duygunun huzurunu hissettiğin, sığındığın liman gibi seni saran,
sarmalayan gücün rengi... Ki 0'ndan geldik; yine O'na döneceğiz...
Ve tabii kırmızı; aşkın rengi... Asla
vazgeçemediğin, ulaşılmaz hissi veren, ama bir o kadar da el uzatıp
dokunacak kadar yakınında olan, bazen her kırmızı görüşte eksikliğini
içinde ve yaşamında duyduğun, heyecan veren, coşkulu, savaşçı, hayatın
anlamı, ve bir o kadar da dünyanı dolduran, amacın, hayalin, gayen, her
şeyin... Peşinden sürüklendikçe, sürükledikçe seni, tüketen ama
tükenmeyen bir aşkın rengi...
Ve gri; ortada kalmışlığın verdiği
kararsızlık arasında bocalamanın rengi... Hayatın içinde sık sık
yaşadığımız bu hisle birlikte belki var olmanın anlamını fark
ediyoruz...
Verdiği duygular, içimizden kopup gelen
hislerle özdeşleşen renkler dünyamızı konuşturuyor aslında...
Bir de görebilsek...
ferkul
11şubat2010
2 yorum:
"Renklerin dünyamızı konuşturduğunu" söylüyorsunuz. Gri için, "ortada kalmışlığın verdiği kararsızlık arasında bocalamanın rengi..." diyorsunuz.
Gri, beyazla siyahı içerdiği için, "çoklu düşünebilenlerin", kendini ötekinin yerine koyabilenlerin rengi diye görenler de var griyi. Ben de katılıyorum bu görüşe. Barışçıl bir renk sayıyorum griyi.
Sarı üstüne iki öykü anlatayım size.
Van Gogh, son dönemlerini yaşamaktadır ve bir hastanededir. Resim yapmayı sürdürmektedir. Önceki birkaç tablosu da yanında, bahçede çalışırken, gelir yanına hemşire, bakar bütün tablolara ve sorar: "Şu sarılar nedir, anlayamadım?"
Gogh der ki: "Onlar güneştir. Güneş sarıdır!"
Pir Sultan Abdal asılmak üzeredir. Asılmasını buyuran kişi Sultan Abdal'ın son halini dikkatle izlemektedir. Sultan Abdal'ın yüzünün giderek sararmakta olduğunu fark edince: "Bak!" der, "Korkuyorsun, yüzün sapsarı kesildi!"
"Korktuğumdan değil bu sararma! Bilmez misin ki güneş, batarken sararır!"
Teşekkürler...
Great post...
Thank you for the post...
Yorum Gönder