UYANDIM SABAH İLE...
Sabahın en erken saati; güneşin doğma, tanyerinin ağarma
vakti... Kırmızıya çalıyor göğün rengi, doğan güneşle, uyanıyor sabah... Bir
mucizedir benim için sabahın bu saati, ve akşamüstlerinin gurubu... Gözlerimi açıyorum bir meltem rüzgarı
dokunuyor hafifçe yanaklarıma... Gülümsüyorum... Gülümseyerek uyanmak ne güzel
şey!... Yıllarımı aldı donuk bir yüzle sabah aynalarında gördüğüm kadına isyanım...
Perdeyi aralıyorum hafifçe, camlar boydan boya yere kadar olunca sanki dışarıdasın
hissini veriyor.... Odanın içinde koca bir
deniz.... Birdenbire karşımda mavi dalgalar, uçsuz bucaksız; günaydın
diyor... Günaydın ferkul, günaydın!... Yıllara yenik bedenim bu saatte yorgun,
ama bu sıcak günaydın sesi, diriltiyor, canlandırıyor, bir dalga olup karışasım
geliyor enginlere... Maviliğinde kaybolmak, dalgasında köpürmek... Bir
dinginlik hissi, bir huzur, bir yaşama sevinci yüreğimin ta derinlerinde...
Hissediyorsan, varsın, yaşıyorsun...
Acele ediyorum, gurubu kaçırmamak lazım, dosta ihanet etmemek
lazım!.. Hemen çayın altını yakıp çıkıyorum teresa... Kocaman bir teras bu,
kanepemi, sallanan koltuğumu koymuşum, akşamdan kalma romanım koltuğun üstünde
yayılmış sereserpe... Bir tembel keyfi, ya da ne denir, keyf_ehli terasım... Tam onunla konuşmak, göz göze gelmek için hazırlamışım balkonu... İşte
karşımda, anlatacak ne çok şeyim var, ne çok dert yanışımı, ne çok birikmişliğimi
dökmek için yıllara sığdırmışım, bilse kaçar mı, kaçırır mı gözlerini benden?..
Bilmiyorum... İlk kez karşımdakini değil, kendimi düşünmek sayfalarca bir
kitap, bir roman yazar gibi içimi dökmek istiyorum... Bazen bir ağaç, bir
dalga, bir resim yeter dost bir nefes olmaya, can olmasa da, koşulsuz dinler
seni... Dinlesin beni dostsa... Ben bu kadar beklemişken onu, yıllarca
kıskanmışken ona yakın olanları, bulmuşum, kaybeder miyim?... Kaybedilmesine
izin verir miyim?... Kim beklemiş benim kadar?... Kim sevmiş, kim sevdalanmış
bu kadar köpüren dalgalarına?..
Demlenmiş çayım, altını kısıp bir bardak alıyorum, hemen
geçiyorum karşısına ... Radyoda bir karadeniz türküsü... ''Ben seni
sevdiğumi da dünyalara bildurdum... '' Dalıp gidiyor gözlerim dalgalara karışıp,
dönüp geri geliyor, kıyıya çarpa çarpa... Diyorum bu huzur, bu saadet!.. Bu
kadar zor muydu, bir hayali gerçekleştirmek, hayal olmasından çıkıp gerçeğe
dönüştürmek, yaşamı yönetebilmek, suya salar gibi geçmişi, salıvermek akan suya
kendini?...
Ve, yürüyorum, çıplak ayak sahilde, kumlara bir batıyor, bir
çıkıyor ayaklarım, sabah olmasına rağmen sıcak kumlar, etrafta kimsecikler
yok.... İlerden, taa ilerden bir köpek koşarak geliyor bana doğru... Başka yer
ve zaman olsa, kaçacak yer arardım, gülümsüyorum, el sallıyorum köpeğe, belli
ki benim kadar sevdalı bu denizli sabaha, köpüren dalgalara atıyor kendini az
yaklaşınca... Yıkanıyor, boğuşuyor, sevişiyor sanki denizle...Uzun süre
izliyorum, ne güzel bir sabah bu, ne güzel bir aydınlık hissi yaşamın tam
ortasında!...
Ne güzel bir duygu bu deniz sabahı!...
Sabah yürüyüşünün
sonunda, hala kaynayan çayım beni bekliyor, bir dilim karpuz, peynir, zeytin
ve kızarmış ekmekle kuruyorum soframı.... Ve hala karşımda deniz, hiç bir yere
gitmiyor, hiç üzmüyor, hiç kıskanmıyor,
hiç ayıplamıyor, hiç kızmıyor, kızdırmıyor, öylesine duruyor orda...
Bakışıyoruz, dalgın, hüzünle karışık bir yalnızlık hissiyle de kaplansa
ruhumuz, bu duygu güzel!... Sanki bunun adı mutluluk mu, diyorum... Cevapsız
kalsa da sorum, uzaktan gülümsüyor bana en kadim dostum... Dalgaların sesi, sanki
kalbimle birlikte çarpıyor kıyıya... Vefalı bir dost gibi, sıcak bir göz gibi,
o bana benden yakın, ben ona ondan yakın...
ferkul
06haziran2010
00:39
4 yorum:
Yeni bir güne uyanmak, uyanabilmek... Sağlıklı, mutlu, huzurlu;var olduğumuzu bilmek yeniden, güneşi görebilmek, kuş seslerini duyabilmek...
Bazen gerçekten olmasa da hayal edebilmek... Ne güzeldir.
GÜNAYDIN...Birlikte başladık yeni güne...
günaydınnnn...)
'Hayal mi, Gerçek mi?' demişsiniz, bence 'gerçek'. Neresinde duruyorsanız, öyle görünür oradan, denir 'gerçek/lik' için. Çünkü, 1001 yüzü vardır gerçekliğin denir.
Yıllar önce, 1800'lü yıllarda, erişkin yıllarını yaşayan bir Japon ressam, FujiYama Dağı'nın, 100 'yüzünü' çizmiştir. 1900'lü yıllarda yaşayan Avrupalı bir yazarsa, bütün bu yüzleri incelemiş, '100+1' başlıklı bir yazıyla, FujiYama'nın görünen yüzünü, ya da 'gerçekliği'ni 101'e çıkarmıştır.
'Uyandım Sabah İle...' demişsiniz.
Bir okur olarak benim için de öyle oldu: Okudum, Sabah İle... Gözyaşım sile sile okudum: Bilmiyorum kaç kez, bu yüzden, başlangıcına dönüp durdum bu yazınızın.
Diyorsunuz ya blogunuzun sol kesiminde: 'burada kendinizi bulacağınızı ümit ediyorum'. Son birkaç yazınızda olduğu gibi, bu yazınızda da, kendimi buldum. Yalnızca kendimi mi, hayır!
'Ve hâlâ karşımda deniz, hiç bir yere gitmiyor, hiç üzmüyor, hiç kıskanmıyor, hiç ayıplamıyor, hiç kızmıyor, kızdırmıyor, öylesine duruyor orda... Bakışıyoruz, dalgın, hüzünle karışık bir yalnızlık hissiyle de kaplansa ruhumuz, bu duygu güzel!...' demişsiniz...
Üzdüğü anlar da vardır denizin, söz gelimi balıkçıların ya da gemiadamlarının aileleri söz konusu olduğunda; ancak, sizin şiir-şeylerle yüklü denizinizin, belli ki böyle bir huyu yok: ne güzel. Ve mavi, sizin deniziniz...
İngilizler, hüzünlü olduklarında 'I'm in blue / Mavilerdeyim,' derler.
Batı'da İngiltere'de yetişmiş, Doğulusever şairimiz Hilmi Yavuz da derki: 'Hüzündür, en çok yakışan bize'.
90'lı yıllarda, sıkça bulunurdum chat/vıdıvıdı ortamlarında. Takma adım / nick name'im, 'BluePen /MaviKalem'di... Kuşların, mavi gökyüzünde, özgürce süzüldüklerini akıllarına takanlar, bir tür Özgürlükler Savunucusu olduğumu düşünürlerdi. Öyleydim evet.
Herkes için, her şeyde özgürlüğü savunurdum. Bu yüzden de hep yalnız, yapayalnız kalıyordum. Böylece 1000 hüznüme, 1 hüzün daha ekleniyordu...
'Ne güzel bir duygu, bu deniz sabahı!' demişsiniz. Hem sormuş, hem de söylemişsiniz.
Hüznün 'üz'ü, g/üz/elde. Güzelin 'z'si, başka deyişle, hüznün kırbacı 'z' de, deni/z/de.
'Dalgalandım da yoruldum,' der deniz. Bu da, onun kendi hüznünün anlatımı olsa gerek.
Bu size görünen deniz, benim denizim olsaydı: o denizde bir de 'ada'm olsun isterdim. Ada'mın sahilinde kuma yazılan yazıları derleyerek gezinen bir 'fotoğrafçı', yalınayak izleri yorumlaya yorumlaya gezinen bir de 'ermiş/derviş' olsun isterdim.
Sözün kısası Ferkul, yalnızlık hem en özel, hem de en güzel-şey.
'Bakışıyoruz, dalgın, hüzünle karışık bir yalnızlık hissiyle de kaplansa ruhumuz, bu duygu güzel!' demişsiniz.
Yalnızca 'bu duygu' mu güzel?
Farkında mısınız?
'Yazı' sözcüğü, nasıl da bizlere bakıp duruyor gizli gizli: /YA/lnı/Z/l/I/kta.
...
Emeğinize güç ve kaleminize, kâğıdınıza sağlık Ferkul...
Dilerim, yazı masanızın solundaki pencerenin, akşam ve sabah güneşleri hiç eksilmesin...
ayna gibi; okunduğumu hissettim...
görebilmek, böylesi okumak, okunmak ne güzel !...
demek ki yalnız, değilim...
CndEditor, teşekkürler...
Yorum Gönder